1

111 11 6
                                    

bilgisayarındaki bozuk çıkış yüzünden haftalarca neyi yanlış yaptığını anlamayan sıradan bir insan kargaşa kuramını ortaya atmasa bunca zaman aslında düzensizliğin içerisinde de bir düzen olduğunu bilebilecek miydik? ya da bu teori ilerlemeseydi kelebek etkisinden haberimiz olacak mıydı? kelebek etkisi kısaca bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülmez sonuçlar doğurabilmesidir. mesela adolf hitler, o gün çok istediği güzel sanatlar akademisine girebilseydi, alman ordusuna katılıp ikinci dünya savaşı ile dünyanın en acımasız insanlarından biri olmayabilirdi. ya da ben o gün bir şeylerin farkına varmasam bazı şeyler hiç yaşanmayabilirdi.

tesadüflere inanır mısınız bilmiyorum ama ben kesinlikle inanmıyorum ve aslında her şeyin yaşanması gerektiği için yaşandığına inanıyorum. çünkü benim kitabımda tesadüf olabilecek hiçbir şey yok. her şey benim için planlanmışken geldim bu dünyaya. adım, tavırlarım, hangi okula gideceğim, kimlerle arkadaş olup olamayacağım. ailem tarafından veya evrende yer aldığına inandığımız o süper güçlü ve yetkili kişiler tarafından bilemem ama belirlenmişti yani. ama o inanıyordu. donghyuck'a göre üçüncü sınıfın ikinci dönemi şehir değiştirmesiyle lise birde hayatıma geri girmesi tamamen bir tesadüftü. ama bana göre değildi çünkü gidebileceğim başka bir yer yokken onun şehre geri döndüğünde benim okuluma gelmesi tesadüflerden epey uzak duruyordu.

donghyuck benim en yakın arkadaşım. onsuz iki günden fazla idare edemem sanıyordum. on altı mayıs iki bin yirmi iki tarihi sonrası ortaya attığım bir iddiayı daha çürütmüş olacağımı buraya yazsam da olur. o zaman bundan haberim yoktu. neyse, konuya dönelim. konumuz donghyuck'un çok neşeli, eğlenceli, hareketli biri olması. ama sadece diğer arkadaşlarının yanındayken. ne zaman baş başa kalsak kendi yapısını bana uyduruyor ya da asıl yapısı bu, hâlâ ikimiz de anlayamadık bunu. tanıdığı insana karşı dünyanın en itici, komik, sevimli insanı olabilen bu kişi muhtemelen beş dakika karşısınıza geçse gününüz büyük bir oranda güzelleşir. çoğu insan da genel olarak bu yüzden çok sever donghyuck'u çünkü insanları iyi hissettirmekte üstüne yok. bir şey yapmasa bile inanın yanınızda olması sizi güvende hissettirir.

ben bu kısımda devreye giriyorum. ben de onu güvende hissettirip herkesten korumaya çalışan en yakın arkadaşıyım. hareketli bir yapısı olduğu için sürekli herkesin şaklaban yerine koyduğu donghyuck'un arkasında durmak ve onu korumak benim için lisede başladı. bir yerde onu görürseniz bilin ki etrafında illa ben vardım. korumak derken insanlara kafa tutup hop bilader, sen hayırdır demiyordum ha yanlış anlaşılmasın. gerek olmadıkça insanlarla bile konuşmazdım üniversiteye kadar, gerçi hâlâ öyleyim diyebiliriz. sadece kafamdan onu koruduğumu düşünürdüm çünkü onu en iyi tanıyan kişinin ben olduğumu ve herkese açıklamam gerektiğini düşünürdüm. yanıldığım başka bir konu daha.

ben hep donghyuck'un öylesine söylediği şeyleri yanlışlıkla hayır abi öyle olması imkansız diyerek açıklayıp ortamı bozardım. o da yüzüme dümdüz bir ifadeyle bakıp ''mark.'' diye durdururdu beni.

''oha.''

''oha tabii oğlum. bu sefer kesin bitti yani.''

şimdi kıymetli öğle molamızın yarısını chittapon'un bu haftalık bilmem kaçıncı flörtüyle arasının bozulma sebebini dinlemekle geçirmiştik. inanılmaz bir adamdı ama sebepleri dinlemeyi nirvana tişörtü giydi diye iğrendiği flört olayından sonra bırakmıştım ne yalan söyleyeyim.

''kötü olmuş ya. sıkma canını sana adam mı kalmadı.'' dedi donghyuck plastik kabın içine koyduğu yeşil üzümlerden birini kendi ağzına birini de benim ağzıma getirirken. aslında kampüsün yarısını elden geçiren chittapon için absürt bir laf olmuştu ama o an bunun dalgasını geçmek için çok üşengeçtim.

kaos teoreminde kelebek etkisi, markhyuckWhere stories live. Discover now