2

83 11 5
                                    

bir şeye ne kadar önem verir ne kadar özen gösterirsek bizden alınması veya mahvolması hep daha kolaydır. ama neyi istemeyerek yaparsak sonuç hep beklediğimizden daha iyi ve tatmin edici çıkar çünkü bir beklentimiz yoktur. her paralel evrende söylenebileceği gibi beklentin olmasın ki hayal kırıklığına uğrama.

ben o gün o buluşmaya giderken bir beklentisiz gitmeyi çok istedim, beklediğimden iyi geçmesini ve stresimin boşa çıkmasını. ama bunu beklerden yanlışlıkla evrene çok fazla umrumda olduğu veya önemli gördüğüm hakkında bir mesaj yollamış olmalıyım ki korkularıma bir adım daha yaklaştırdı beni evren. mahvolması kolay olmasın diye çok uğraştım, yapamadım.

donghyuck odama gelip kapımı çaldığında saat beşi geçiyordu. buçuğa doğru herkes sandviç yiyeceğimiz mekana gelsin diye bir toplu mesaj göndermişti jeno. kapıyı açtığımda karşımda suratıma gözlerinde en ufak bir heyecan olmadan gülümseyen bir donghyuck'la karşılaştım. beklemiyordum diyemem çünkü odama illa geleceğini biliyordum dışarı çıkarken beni almak için, yine de saatler sonra görüşmemizin ardından bu donuklukta olmasını beklememiştim.

''randevunda bunları mı giyeceksin cidden?''

üstümü süzüşünü gördükten sonra ben de tereddütle kendi üstüme baktım tekrardan. önemsizce gömleğimin içine geçirdiğim beyaz tişört ve siyah pantolonumun neyi vardı diye düşündüm salak gibi, sanki bu cidden önemliymiş gibi.

''randevu değil donghyuck, sen de biliyorsun.''

''bana randevu gibi geldi, seni beğenen biriyle görüşmeyi kabul etmedin hiçbir zaman düşününce.'' kaşlarını kaldırıp gülümsediğinde yüzüne iğrenir gibi bir bakış attım, istemsizce tabii. donghyuck iki gündür dünyanın en sahte en yakın arkadaşıydı ve bu tavırları canımı sıkıyordu artık. anlam veremiyordum. ya da anlam vermek istemiyordum bunların hepsinin daha yüzünü bile görmediğim yuta olduğunu bildiğimden. açmayacağım dediğim konuyu da açtığımda keşke sussaymışım diyorum geriye baktığımda.

''chittapon bana geçen günkü konuşmanızı anlattı. neden söylemedin o gün?''

donghyuck yüzüme şaşkınlıkla baktığında salağa yatar gibi neyi diye sordu. cevabımı ikimiz de çok iyi biliyorduk ama yine de yüzüne vurmak ister gibi dile getirdim yine de. ''yuta'yı, donghyuck.''

''ha doğru ya, çıkmış aklımdan. evet yuta senden bayağıı bir etkilenmiş, onu söylememi istemişti. şansına bugün yemeğe çıkıyorsunuz da bir şey kaybetmedin, bu kadar meraklı olduğunu bilsem unutmazdım inan.''

''bunun merakımla bir alakası olmadığını ikimiz de iyi biliyor gibiyiz ama neyse. iki gündür bana neden bu kadar garip davrandığını sorguluyorum ben de, buymuş demek. çıkalım.''

kapıdan çıkarken önüme geçip durdurdu bedeniyle beni. ''neymiş ya söylesene biz de bilelim?''

''donghyuck, şu an bunu tartışmak istemiyorum çıkalım bence.''

''yoo ben tartışalım demiyorum, aydınlat beni, neymiş sebebi?''

''yeni biriyle tanışmamı istemiyorsun, açık bir şekilde. o gün moralinin bir değişik olduğunu fark edip sana sorduğum sorulara yok bir şey diyip durdun mesela. yüzün o kadar düşükken bana söylemeyi unutmuş olman gerçekten mümkün mü sence? kandırmayalım birbirimizi.''

bedenini sollayıp kapıdan çıktığımda arkamdan güldüğünü duydum. yanıma geldiğinde konuşma görünümlü tartışmamız devam etti.

''bak, aklımdan çıkmış tamam mı? gerçekten bu kadar fazla yeni insan arayışında olduğunu düşünmemiştim, kusura bakma mark. bir şey kaybetmedin diyorum, buluşuyorsunuz zaten.''

kaos teoreminde kelebek etkisi, markhyuckWhere stories live. Discover now