23. Bölüm

101 14 7
                                    

Oy verir misiniz? :)

Boş sözler can yakmazdı, sadece dinlerdin, onaylıyorum derdin ve konuşma bittikten sonra hepsini unuturdun. Bir an önce sussun isterdin. Karşıdaki 'Boş Konuşan' gittikten sonra ise arkasından gülerek dalgaya alırdın. Belki de onu her gördüğünde anlattıkların aklına gelir, yanında bulunanlara da anlatıp gülerdin. Evet senin canını yakmazdı bu sözler.

Peki ya onun?

Onun sana değer vererek bir şeyler anlatışı, gözlerinin içine umutla bakışı ve ağzından çıkacak bir tek cevabın ona yetecek oluşu. Sırf onu dinlediğin için sana minnettar olması ve sonradan güleceğini bildiği halde susmaması. Ama karşısında sadece kendini takmayan birini gördüğü anda yaşadığı yıkılışı.

Biliyorum, biliyorum çünkü ben o kişiyim. Biliyorum, çünkü arkadaş bulmak için insanlara gereksiz şeylerden bahseden o kişiyim. Biliyorum, çünkü bir dönem insanların 'boş konuşan' diye nitelendirdiği o kişiyim. Yıllarca görmezden gelinmenin ne olduğunu bilmek belki de en acı olandı. Ama hayat buydu, istediğine acır, istediğine acımazdı.

Hayır, elbette ki kendime acımıyorum. Hayat, bana acıdı mı acımadı mı kestiremiyorum sadece. Yıllarca insanlar tarafından yok sayıldıktan sonra, bu insanları karşıma çıkarmasına sevinsem de, huy ya bu, her an kötü bir şey olacakmış gibi geliyor. İçimi yiyip kemiriyor ve korkudan bazen donuklaşmama sebep oluyor. Sonuçta, hayatın bir dönem de olsa acımadığı insanlar, hayatın güzellikler sunduğuna inanmazlar.

O gece, kalan yiyecekleri yedikten sonra ateşi yakarak uyumaya çalıştık. Bert'in az da olsa titremesi durmuyordu. Ona bir kömür parçası uzatıp sorunun ne olduğunu yazmasını istediğimde sadece 'İYİYİM' yazmıştı. Will ve Vance onu aralarına alarak daha fazla üşümesini engellemişti ve öylece uyuya kalmışlardı. Bende yerde uzanan Vance'nin omzuna kafamı koymuştum ama bir türlü uyuyamamış, en sonunda ne olur ne olmaz diyerek ateşin başında nöbet tutmuştum. Bir ara gözlerim kapanmış olacak ki en son gördüğüm karanlık gökyüzü, güneşin ilk ışınlarıyla aydınlanmıştı. Yerimden kalkıp şalımı başıma ve boynuma sarararak sabahın ilk soğuğundan korunmaya çalıştım. Mağaradan çıkıp girişte olan geniş taşın üzerine oturduğumda düşünceler beni ele geçirmişti.

Hep kaçmıştık, sürekli kent değiştiriyorduk. Bunun sorumlusu gibi hissediyordum kendimi. Ve şimdi tekrar nereye gideceğimizi bilmiyordum fakat içimdeki bir his, beni bırakmıyordu. Evime yaklaşmışım gibiydi ancak bunun imkansız olduğunu biliyordum. Birkaç kent değiştirmiş ve oldukça yürümüştük çünkü. Dün Christian'ın söyledikleri aşırı derece de beni huzursuz etmişti, yerime sığamaz gibiydim. Annemin beni arıyor olma olasılığı ve bunu Chris'in bilmesi kötüye işaret gibi geliyordu. Az uyumama rağmen uykusuz hissetmiyordum.

Derin bir soluk vererek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Rahat ol Perla, onu buldun, o sağ ve arkadaşlarınlasın. Bir şey olmayacak, olmayacak, olmasın.

Kafamı gökyüzüne kaldırdığımda derin bir nefes alarak gözlerimi yumdum. Ormanın ferah kokusu ve sabahın ilk serin rüzgarları tenime değiyor, beni sakinleştiriyordu. İçimde nedensiz bir üzüntü vardı ve sebebini çözemiyordum. Belki de, hayatım boyunca mutsuzluğa alıştığım için bu mutluluğun bozulacağından korkuyordum. Bozulacağı düşüncesi bile midemde ağrılar yaratıyordu.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now