one

205 15 37
                                    

Hanbin gergin bir şekilde babasından gelecek konumu beklerken ağabeyi Jiwoong aniden içeriye dalmış ve babasıyla kendisini yalnız bırakmasını söylemişti Hanbin'e. Ondan gizli neyin olduğunu sormak istese de şimdiye kadar umursamadığından şimdi de umursamadı ve bu yüzden de sormadı. Odadan çıkıp antredeki camın önünde durup dışarıyı seyretmeye başladı. Kocaman bir rezidansın üst katlarında aşağıdaki insanları izliyordu. Aşağıdaki çoğu insan onun olduğu yerde olmak istese de o her zaman normal bir hayat istemişti. İç geçirerek kolundaki saate baktı, gömleğinin kollarını dirseklerine doğru katlayıp sıkıntıyla ofladı. O sırada yanına gelen Matthew canını daha da sıkmaya yetmişti. Cama yaslanıp kollarını bağladı ve Hanbin'e doğru dönüp; "Canın neden sıkkın?" diye sordu.

"Sana ne." diye cevapladı Hanbin de.

"Eski sevgilimin canının neden sıkkın olduğunu merak etmem çok mu saçma?" deyip gülümsedi. "Arkadaş kaldık sanıyordum."

Alayla güldü, "Beni abimle aldattıktan sonra mı?" Ellerini ceplerine koyarken cevapladı ve ona doğru döndü sorusunu yöneltirken.

Matthew şaşkınlıkla ağzını açtı ve tam cevap verecekken Jiwoong yanlarına geldi. "Babam çağırıyor Hanbin."

Cevap vermeden babasının odasına doğru gitmeye başladı. Odasının önüne geldiğinde kapıyı çalıp komutu alınca içeriye girdi.

"Gel, otur şöyle." dedi soğukkanlılıkla. Hanbin lafını ikiletmeden masanın yanındaki sandalyeye oturdu. "Fu Mei oğullarıyla Kore'ye dönmüş." dedi. Hanbin'in gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "O aşağılık kadının bize yaptıklarını unutmadın değil mi?"

Hanbin hızla kafasını salladı onaylamak istercesine. "Unutmadım tabi." diye cevapladı babasını. "Sana çok önemli ve zorlu bir görev vereceğim. Bunu başarıyla tamamlamalısın."

"Şüpheniz olmasın."

"Görevin şu: O aşağılığın büyük oğlunu kaçırmak. En çok büyük oğlunu sever. Onu rahat ettir ama ciddi olduğumuzu görmesi için de bir şeyler yap." Sertçe yutkunup cevap verdi, "Hao'yu mu?" Babası kafasını salladı, "Küçükken onunla iyi anlaşırdın değil mi?" Sorgulayan gözlerle Hanbin'e doğru döndü. "Küçükken evet. Fakat 17 yaşındaki Hanbin ile 22 yaşındaki Hanbin çok farklı, bildiğiniz üzere."

"Yani duyguların görevine engel olmayacak, ha?"

"Bir duygum olsaydı bile olmazdı efendim." deyip ayağa kalktı. "Şimdi izninizle işimin başına dönmeliyim." deyip yürümeye başladı.

"Seninle alakalı en sevdiğim şey de bu. İşini sevmen." dedi babası. Hanbin başını sallayarak cevap verdi sadece arkasına dönmeden. Ve odadan çıktı. Aklı ise hala kaçıracağı kişideydi... Hao. Onu bunca yıl sonra görecek olmak bile garip hissettiriyordu. Acaba şu an nasıl görünüyordu, yüzündeki benlerini aldırmak istiyordu hep aldırmış mıydı acaba? Fark etmeden aldırmamasını umdu içinden Hanbin. O zamanlar bu isteğini ona söylediği gibi... Sevdiği kestane rengi saçlarını çok istediği kırmızıya boyamış mıydı acaba? Hala yuvarlak gözlüklerini kullanıyor muydu? Diş telleri çıkmış mıydı? Keman çalmayı seviyor muydu hala? En sevdiği hayvan rakun muydu şimdi de? Onun hakkında bu kadar şeyi merak etmesine şaşırmıştı.

---------------------------------------------------------

Hao gözlerini açtığında tamamen karanlıktaydı. Bunun sebebinin gözlerini saran bağ olduğunu anlaması çok uzun sürmemişti. Konuşmaya çalıştığında da ağzındaki bant yüzünden konuşamamıştı pek tabi. Vücudunu ve bilekleri saran kalın halkaları da hissedebiliyordu. Bu hale nasıl gelmişti? En son Namsan kulesinde önceden bıraktığı kilidi arıyordu. Halka açık bir yerde nasıl kaçırılmıştı ki? Gece olduğundan kimse görmez diye miydi acaba? Bilmiyordu, öğrenmek için de fazla isteksizdi.

DARK SIDE || HAOBINWhere stories live. Discover now