two

120 17 35
                                    

Hanbin babasının yanına giderken olanları düşünüyordu. Aslına bakarsa bir şey olmamıştı fakat onun için yıllar sonra Hao'yu görmek bile büyük şeydi onun için. Babasının şirketine geldiğinde arabasını otoparka park edip arabadan indi. Jiwoong'u gördüğünde görmezden gelip içeri doğru adımlarını hızlıca ilerletti. Asansörü beklerken yanına Jiwoong gelmişti. "Neden beni  görmezden geldiğini sormayacağım." dedi şakayla karışık. 

Hanbin umursamadı, Jiwoong ona takılmaya devam ediyordu. "Neden böylesin?" diye Jiwoong sorduğunda,  "Nasılmışım?" diye cevap verdi. "Soğuk." 

"22 yıldır yeni mi fark ediyorsun?" Alayla gülerken cevap verdi Hanbin. Aslında kızgınlığı ağabeyine değildi, sisteme karşı bir kızgınlığı vardı. Kimileri de kader diyordu buna, kendisi sistem demeyi tercih ediyordu. 

"Aslına bakarsan hep merak ediyordum, kardeşimi neden hiç mutlu görmediğimi." diye cevaplayınca, "Belki de kardeşin -bu kelimeyi üzerine basarak söylemişti- mutlu olmayı sevenlerden değildir." 

O sırada gergin havayı gelen asansör bozmuştu. İkisi de asansöre  binmişti, çalışanlardan birkaçı da bindiği için konuşmadılar. Fakat herkes aralarının pek de iyi olmadığını biliyordu. Hanbin babasının ofisinin olduğu kata gelince indi, genel müdür de Jiwoong olduğu için aynı katta indiler. Hanbin burayı seviyordu. Şirketin vermiş olduğu disiplinli havayı, her şeyin kurallara bağlı olmasını ve en azından bazı şeylerin öngörülebilir olmasını seviyordu. Sıradan olmak istese de onun için en sıradan seçenek bu olduğundan en çok istediği ve sevdiği şey şirkette olmaktı, kendisinden başka kimse bunu bilmese bile.

Asansörden indiklerinde Jiwoong konuştu; "Neden buradasın?" 

"Seni ilgilendirmez." diye cevap verdi Hanbin yoluna devam ederken. 

"Öğreneceğim nasılsa," deyip ekledi Jiwoong, "Babam benden bir şey saklamaz." Zafer kazanmış gibi gülümsemişti. 

Hanbin de yapmacık bir şekilde gülümseyip ellerini cebine koyarken cevap verdi: "İyi o zaman,  baban söyler sana." Arkasını dönüp yoluna devam ederken Jiwoong ona sadece göz devirmişti. 

Babasının ofisine geldiğinde kapıyı tıklattı, gir sesini duyunca bekletmeden içeri girdi. "Beni çağırmışsınız." 

"Evet, büyük oğlan sorun çıkarmıyor değil mi?" 

"Hayır. Bir sıkıntı yok." 

"Güzel," dedi ve koltuğunda geri yaslandı orta yaşlı adam. "Şimdi benden çaldığı belgeleri Fu Mei'den nasıl alacağımızı düşünelim." 

"Bir planımız yok mu?"

"Aslına bakarsan, sen bulursun diye düşünmüştüm." 

"İşinize karışmak istemedim." 

Babası yandan bir gülüş atarak ayağa kalktı. "Çok basit gidelim de altında bir şeyler arasın, ne kadar sinsi olduğunu bilirsin... Klasik Çinli." deyip güldü.  "Oğluna karşı belgeler. Basit bir anlaşma." 

"Hao'yu bırakacak mıyız öylece?" dedi Hanbin. "Büyük oğulu yani." diye kendini düzeltti. Ondan samimi bir şekilde bahsetmesi babasının sinirini bozmuştu. Kaşlarını çatıp oğluna doğru döndü. "Evet, kadını kızdırmak istemeyiz, belgeler hala onda. Başta yanlış düşünmüşüm, ona zarar vermedin değil mi?" diye sordu Hanbin'e. 

"Hayır, vermedim." 

Kaşları hayretle kalktı karşısındaki adamın. "Bu nadir olur." dedi. 

"Önemli belgeler olduğu için düşünmeden hareket etmek istemedim." diye cevapladı Hanbin. En azından karşısındaki  sorgulayan adamı ikna etmeyi başarmıştı  fakat hepimiz biliyorduk ki, onun için Hao'ya zarar vermek kadar zor bir şey olamazdı. Neyse ki Hanbin akıllıca davranmayı biliyordu. 

DARK SIDE || HAOBINWhere stories live. Discover now