Chapter 2

241 34 2
                                    

12 yıl evvel, İngiltere

Britanya'nın ayazı kimi zaman yazları bile hissedilirken talihsiz sıcak bir Temmuz sabahıyla güne başlamıştık. Mürettebatım hiç durmadan son gecemize kadar çalışmıştı. Haftalardır süren hazırlık süreci nihayet sonra ermiş, aylarca sürecek olan bu seyahat yolcularını kabul etmeye başlamıştı. Bugün kançello günüydü.

Bir yandan limanda gezen neşeli halkı, öbür taraftan gemiye gelen malzemeyi ve yolcuyu denetleyen mürettebatıma bakıyordum. Bir gemi süvarisi olarak yanlarında duruyor, burjuvaziden gelenleri içeri bir baş selamıyla kabul ediyor, kıyıdan heyecanlı hayran bakışlarla beni izleyen ufak çocuklara tebessüm ediyordum.

Çan kulesinde saat gece yarısını geçmek üzereydi. Anneleri çocukları ellerinden tutup sürüklemeye, ayyaşlar ve sanatçılar kendilerini buldukları ilk alkollü mekâna atmaya, sokaklarsa boşalmaya başlamıştı.

Kraliçe Victoria tahttaydı. Özgür fikirler, kaliteli illüstrasyonlar, gittikçe gelişen matbaa ve teknoloji ile refah bir dönemdeydik.

Bir süvari olarak bu kitaplara ve yeni fikirlere ulaşma önceliğine sahiptim. Henüz çok genç bir yaşta gemi süvarisi olmuş olmama karşın elimdeki kitabı gözlükle okumak zorunda kalacak kadar da yorgundum. Açık kapıların önünde, biraz daha dinginleşmiş ortamdan faydalanıyor; anonim bir kâşifin yazdıklarını okuyordum.

"Kaptan?" dedi bir ses. Tek elimle kitabı kapatıp belimin ardına aldım ve gözlüklerimi göğsüme indirdim. Gelen Jimin'di.

"Olmuyor ama böyle. Yakınını göremeyen süvari mürettebatını ölüme sürükler derler." Kendince gözlüklerimle alay ediyordu.

Saklamaya çalıştığım tebessümümle karşılık verdim. "Hayır Jimin, hiç de öyle demezler."
Kahkaha atıp omzuma vurdu. Onaylamaz bir ifadede güldüm ve başımı öne eğdim. Her ne kadar işçi sınıfının değeri gözetilse de hiyerarşi vardı ve hep olacaktı. Bunu korumak adına çoğu zaman ciddi bir ifade takınmak boynumuzun borcuydu; Jimin bunu yok saymasaydı tabii.

Bu ciddiyetten nefret ediyordum. Bu insanlardan bazen nefret ediyordum. Yüzümde sürekli otoriter bir ifadenin oluşundan nefret ediyordum. Kendimden yaşlı beylerin başlarını önümde eğmesinden, kimi zaman onları azarlamak zorunda kalıyor olmaktan nefret ediyordum. Jimin bir miçoydu. Henüz reşit olmuş alt kademe bir çalışandı fakat aynı zamanda kardeşim sayılırdı.

Miçoların kendi aralarında nasıl konuştuğundan veyahut çoğu zaman mürettebatım ben ortalıkta değilken daha az ciddi ifadelerle ettikleri sohbetlerden bihaber değildim.

"Kaptan?" dedi neşeli bir tonda, bana şebeklik ediyordu.

"Uyu, Jimin." dedim bu sefer uyarır bir tonda, ve denize doğru baktım. "Şayet siz miçolar uyanınca uzun bir gün sizi bekler."

Tonumu seçti ve tebessüm etti. "İyi geceler, Kaptan."

O yürüdükten birkaç dakika sonra arkamı döndüm ve geminin en tepe noktasına çıktım, çevreme baktım. Yanımda tonlarca ağırlıkta birkaç gemi, gemilerde nöbet tutan mürettebat ve sokaklarda sarhoş olmuş ayyaşlar vardı. Onların kahkahaları ve aksi yürüyüşleri haricinde çevrede bir hareketlilik yoktu.

Geminin ve gemideki çalışanların denetimi benim sorumluluğumdaydı. Geminin işleyişi, kançelloya göre gemiye yüklenecek malzemenin ne kadar ve nasıl bir hızda yetiştiğini, savaş zamanı donanmanın denetimini ve geri kalan her şeyi; yaşım gereği tecrübesiz sanılsam da yıllardır görmediğim babamdan öğrenmiştim. Şayet kendisi de eski bir süvariydi. Sokaklarda oynayan ve koşturan çocukların aksine babamdan iş öğrenerek yıllarımı tüketmiş, çocukluğumu yaşayamamış, okulunu bitirmiş ve hızla unvanımı yükseltmiştim.

dokunmayarayaparsınWhere stories live. Discover now