1. Bir Kelebeğin Kozasından

144 23 62
                                    

🦋

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.



🦋

Matem dolu bir ruh, savaştan geriye kalmış kanlı bir meydan gibi kızıl olan gözlerini maviliğe dikmişti. Karşısında koskoca bir okyanus vardı ancak gördüğü tek şey koca bir boşluktu çünkü bu dünyada sahip olduğu tek şeyi; babasını kaybetmişti. Ölüm bir sahil kasabasına uğramıştı ve hayatta yalnızca babası olan bir genç kızdan tüm varlığını almıştı. Kızıl gözlerinde bir cehennem ateşi yanıyordu ve içindeki her duygu o ateşe atlıyordu, iyi ve kötü her şey o ateşe kendini bırakıyor ve küllerinden intikam arzusu doğuyordu.

İntikam.

Ölümden mi alacaktı intikamını? Nasıl? Yaşayarak mı?

Yaşamak mıydı ölümün en büyük düşmanı?

Evren var olduğundan beri her savaşı ölüm kazanıyordu. Er ya da geç, belki günler belki milyarlarca yıl sonra... ölüm hep kazanırdı. Bu anlamsız savaşın tek kazananı oydu.

Zedia, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Yapması gereken tek bir şey vardı ve tüm hayatını bu uğurda feda etmeye hazırdı. "Baba," diye fısıldadı babasını kaybettiği uçurumun kıyısından okyanusa doğru. "Bir gün yanına geldiğimde bana söylediğin her şeyi yapmış olacağım ve bana öldü diyecekler. Oysa ben yeniden doğmuş olacağım; bir kelebeğin kozasından."

Eteklerini toplayıp ayağa kalktı ve babasının kanının sıçradığı kayalıklara son bir kez bakarak elinde tuttuğu cam kavanozdaki külleri okyanusa serpti. Küller bir yağmur gibi dalgalara çarparken "Şimdilik hoşça kal." dedi ve gözyaşlarını içine hapsederek kasabaya doğru koşmaya başladı. Büyük yolcu gemisi henüz kalkmamıştı ancak son yolcuları toplayarak birazdan hareket edecekti. Zedia, limanda onu bekleyen yaşlı falcının yanına kadar koştuktan sonra derin bir nefes aldı. Falcı kadın ona buruk bir tebessümle bakarken çantasını uzattı. "Tüm eşyaların burada Zedia, kimseye veda etmeyeceğine emin misin?"

Zedia, artık onun için boş bir kabuktan ibaret olan ancak aslında hayatının en güzel günlerini geçirdiği kasabaya son kez bakıp omuz silkti. "Veda etmem gereken tek kişiye veda ettim, gerisi umurumda değil. Bir de sen işte Mon, bana son bir fal bakacaksın sonra benden sulu bir öpücük alacaksın."

Mon yeniden gülümsedi ve kızın ona uzattığı eli tuttu ancak eline değil gözlerine baktı. "Bu gözleri gördüğüm ilk gün biliyordum Zedia. Kanatların bir kelebeğinki kadar zarif fakat bir kaplanınki kadar da güçlü; gözlerin bir günbatımı kadar kızıl fakat bir ölüm kadar da karanlık. Bu gemi seni kaderine mi götürüyor yoksa sen kaderi yazan kalemi eline mi aldın bilmiyorum. Ben bir falcıyım güzel kızım ancak senin kaderin, bir falda görünmeyecek kadar büyük bir şeyin parçası. Benim gücüm ona yetmez."

Zedia, kadının fallarına güvenmezdi. Turistlere duymak istediklerini söyleyip kandırırdı ancak şimdi sarf ettiği sözler irkilmesine neden olmuştu çünkü son derece ciddi görünüyordu. "İşime yarayacak bir şey söyleseydin bari Mon..." diye son kez şansını denediğinde, yaşlı kadın gemiye doğru baktı ve kaşlarını çattı. Ölüm o gemide bir insan suretinde duruyordu ve kimse farkında değildi. "Kaderin orada seni bekliyor Zedia ama eğer bir adım daha atıp bu yolculuğa çıkarsan ölüm hep yanında olacak."

Kelebeğin Kaderi Serisi I: "Kader Çalan"Where stories live. Discover now