Pelin

8K 673 284
                                    

"Özlemişim.." dedi Yıldırım evden içeri girer girmez ve hemen bavulu yere bırakıp vestiyerdeki şekerlerine koştu.

Ben ise kapıyı kapatıp içeri geçtim, "Yıldırım sence doğru mu yapıyorum?" diye sordum.

Yıldırım bana doğru döndüğünde en az beş tane şekeri ağzına atmıştı ve konuşamıyordu, elinde tuttuğu şeker poşetine kısaca baktı sonra tekrar bakışlarını bana çevirdi.

Kafasını salladı, 'neyi' der gibi gözlerinde anlamamış bir ifade oluştu.

"Birlikte yaşayalım dedin ya.. Sana taşınırsam eğer sıkıntı olmaz mı?" diye sordum, Yıldırım elini umursamazca salladı ve kafasıyla 'boş ver' anlamında bir hareket yaptı ve içeri doğru yürümeye başladı.

Onun peşinden içeri girdim, koltuğa oturmuştu ve hâlâ daha ağzındaki şekerler bitmeden şeker yiyordu.

Şekerlere baktım bir de onlara bir uzvuymuş gibi davranan koca adama baktım. Çok garipti ama hoşuma gidiyordu.

Gülümsedim ve ceketimi çıkardım, koltuğun başına koydum.

"Salih'i ziyarete gidelim." dediğimde kafasıyla onayladı.

"Owen da gelecek mi?" diye sorduğumda yine onayla kafasını salladı.

Üç günlük şeker ihtiyacı için aldığı koca poşeti tek seferde yiyecekti, "Yıldırım yeter." dedim, "Bu kadarı fazla. İçtima var sabah." dediğimde poşeti kenara koydu.

Bana bakmadı ve ağzındaki şekerlerin bitmesini bekledi.

Şekerler bittiğinde bana döndü, "Sana var içtima bana yok. Ben komutanınım senin unuttun galiba?" dedi, onun bu dediğine güldüm.

"Albay, yarbay hatta tümgeneral bile gelebilir içtimaya." dediğimde, Yıldırım'ın yüzü düştü ve ciddileşti.

"Hassiktir lan.." dedi, jeton yeni düşüyordu. "Neyse gideceğiz artık yapacak bir şey yok." dedi huysuzca ve tekrar poşete doğru uzandığında eğilip ondan önce poşeti aldım.

"Yıldırım, benim gibi mi olmak istiyorsun? Yeme şunları." dedim, gerçi fazla yemekle şeker hastası olunmazdı ama bu kadar da şeker yemesi fazlaydı.

"Yemin ediyorum kırk yıllık kocam gibisin, ne yediğime de karışıyorsun. Sabahtan beri onu yeme bunu yeme.." dedi huysuzca, "Ne yesin bu adam aç mı kalsın?" dediğinde, elimdeki poşeti bir kenara bırakıp konuştum.

"Günü ballı, çikolatalı pankekle açtın. Yetmedi benimkileri de yedin. Havalimanında altı tane bak altı tane ekler yedin, neymiş hayatında daha çok önce hiç yaban mersinli ekler yememiş, böğürtlenli ekleri bir daha nerde bulacakmış. Ya sırf çocuğun elinde gördün diye saçma sapan bir şekere kaç para verdin. Hadi onu geçtim, uçakta zaten üç porsiyon Créme Brülle yedin, üstüne yanında getirdiğin çikolataları yedin. Şimdi de bunu mu yiyeceksin?" dedim sinirle ve ayağa kalktım.

"Abartıyorsun yüzbaşı." dedim ve poşeti aldım, "Acımdan öleyim de gör sen." deyince, "Nasıl doymadın hâlâ?" dediğimde, "Tatlı ile doyulmaz." dedi.

"Adana mı söylesek?" dediğinde, "Söyle." dedim ve yanından uzaklaştım.

"İyi olur ha.." dedi, ben poşeti dolaba kaldırırken bakışlarımı Yıldırım'a çevirdim, telefonunu çıkarmıştı çoktan.

Onun bu hâlini bir yandan çok seviyordum, bir yandan ise bu kadar fazla yemesi onun için iyi değildi.

"Chris ne kadar yiyeceksin?" diye sorduğunda, "Ne kadar mı?" dedim.

"Ne kadar?" dedi tekrar, "Bir tane." dedim anlamayarak, "Bir tanecik?" dedi, "Evet." dedim.

Yıldırım siparişi verirken ben de bildirim gelen telefonumu cebimden aldım ve açtım.

TEĞMEN - GAYWhere stories live. Discover now