Sokağın Çıkmazı -5.5

14 3 37
                                    

Hope Andrea Mikaelson

Ertesi Sabah

Bir ihtimal olsa da bilirsiniz belki... William Shakespeare'in eserlerinden olan Winters Tale de kullandığı bir söz vardı, bir noktada hayatıma hitap ettiğini itiraf etmeliydim galiba artık.

İçinde örümcek eritilmiş bir kadehi kafaya gidip gidersin de, zehirlenmezsin yine de... Zihnine bulaşmamıştır henüz çünkü; Ama o iğrenç şey gözlerinin önüne konursa, onu nasıl içtiğini de öğrenirsen, kıvrana kıvrana patlarcasına çıkarırsın yuttuğunu. Ben hem içtim o kadehi, hem de gördüm o örümceği.

Hayatın boyunca hiç görmediğin, hatta tanımadığın birisinin her kelimesine hak vermenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz? Özellikle de dile getirdiği o son kısım, bir yerde en can alıcı kısmı da oydu aslında. Ben hem içtim, hem de gördüm o örümceği... Haklı, yine çok haklı, fakat mesele örümcek değil.

Dahası hayatıma hitap eden sadece bu sözleri de değildi; Sanki bazen öyle bir an dayanıyordu ki kapıya, Shakespeare ile aynı kişi olduğumuzu düşünmeye başlıyordum hemen hemen. Mesela cehalet Tanrı'nın laneti olduğuna göre, bilgi göklere uçabileceğimiz kanatlar olması gibi. Ya da hayatın gelip geçen bir gölge olması, iftiranın erdemi bile sarartıp soldurabileceği, eğer bir işin övülmezse ölüp gidebileceği gibi şeylerdi. Yani o kadar ben ki, o kadar beni anlatıyordu ki.

Oysa geçmişe takıldığım zamanlarda, arkama baktığımda, düşündüğümde fark ediyordum artık bazı şeyleri. Shakespeare'i hayatım da öyle bir yere koymuşum ki, sonunda da olduğum kişiyi unutup beni dönüştürdüğü kişiye odaklanmışım o zamanlar. Hah, şimdiyse uzaklaştığım o küçük kızı bulmakta sorun yarışıyorum gerçi. Ne tuhaf!

Başka bir açıdan da doğru aslında, gerçekten çok tuhaf, yaşanan şeylere rağmen hala hayatta olmam çok tuhaf.

Gece boyu çektiğim uykusuzluğa karşı yatağın içinde dolanıp dururken artık bir yerden sonra pes ederek üzerime yapışan çarşaflardan kurtulmak zorunda kalmıştım aslında. Mecburiyet olmasa da, onun gibi birşeydi işte. Hala aynı oda olmasına rağmen eskisi gibi değildi sanki. Etrafımdaki eşyalar bir milim kıpırdamamış olsa bile o kadar farklı geliyordu ki gözüme, açıklaması bile çok zor, tuhaf bir his. Ki, içimde bıraktığı bu hislerin karşılığında ise eskiden çok sık yaptığım bir şey de bulmuştum çareyi. Eskiden bulduğum her fırsatta günlük yazardım aslında, Stefan Salvatore günlüklerinden çaldığım bir yöntemdi bu. Kaldı ki, baya işime de yaramıştı o zamanlar, belki de yeniden yazmam gerekiyordu. Pencereden sızan güneşle parlayan kızıl saçlarımı savurduğum sırada sağ tarafta kalan komodinin çekmecesinden çıkarttığım kalemi parmaklarımın arasına aldığım gibi başlamıştım satırlara.

Ağh, sevgili günlük... Böyle miydi? Böyle mi başlıyorduk? Düşün, onu bile hatırlamıyorum, epey zaman oldu buralara uğramayalı.

Festivalden beri elime almamıştım seni galiba. Ama başından uyarayım, o zamanlardan beri çok şey değişti ben de. En son Declan'ı biliyorsun zaten, hayatımızı mahvettiği gibi kini ve öfkesiyle defolup gitti, ardından da bana gereksiz bir vicdan azabı bıraktı işte. Ne kadar saçma olduğunun farkına varmam biraz zaman alsa da aldı sonuçta. Herşey oradan sonra başlamamış mıydı zaten? Festival beraberinde felaketleri de getirdi, gerçi Annem ile Roman'ın ortalardan kaybolmasından sonra anlamam gerekirdi beraberinde bana getireceği yaşamı.

Ki, sonuçlanması uzun sürmedi de... Annem öldü; Babam gerçeklerin son anına kadar Roman'ı suçladı, dolayısıyla onun üzerinden de beni. Bu yüzden hiç onun peşine düşmedim, aramadım, sormadım. Sanırım içten içe Annem'in katiliyle yüzleşmek istememiştim. Hayatıma bildiğim bu gerçekle yüzleşmeden devam etmek istedim sadece. Ama öyle olmadı, çünkü içten içe olduğuna inandığımız katil değilmiş, aslında kurbanmış o.

Doğaüstü Serisi {Miraslar} Karanlığın MiraslarıWhere stories live. Discover now