Şafağın Sırları -3.10

48 9 5
                                    

Winn Luthor

Üç Hafta Sonra

Michel De Montaigne'nin de dediği gibi ölüm başka bir yaşamın kaynağıdır. Hayat dedikleri şey gömleğin düğmelerini iliklemek gibi birşey aslında. En başından yaptığın hatayı sonuna kadar gitmeden anlamıyorsun bile. Oysa; Şu değersiz insan yaşamının en güzel yanı tüm kusurlarınızı rağmen hala sizin muhteşem olduğunuzu düşünen birisinin olması değil midir zaten? Daima bir rüyayı gerçekleştirmenin tek yolunun uyanmak olduğuna inanmışımdır. Ki, yaşadıklarıyla değil de yaşattıklarıyla anılmaz mı insanoğlu? Aşk. Ölüm. Yaşam. Ve tüm bunlar bir bütün olduğunda ortaya çıkardığı o şey. Ancak Luthor adını taşıyorsanız bunların hiçbirine sahip olamazsınız, ne yazık ki. Çünkü doğdunuz andan itibaren otomatik olarak lanetlenmiş falan oluyorsunuz.

Ekranı dolduran mesajları görmezden gelerek yine aynı kişiden gelen aramaları kontrol ederken gözüm bacaklarımın arasındaki daha birkaç dakika önce Lucy'nin elime tutuşturduğu dosyaya kaydı. Merakıma yenik düşerek sayfaları karıştırdığımda ise bazı öğrencilerin terapi kayıtlarıyla karşılaşmıştım. Ama bu şeyler ne kadar doğru emin olamıyorum doğrusu. Bunun için rızaları var mıydı acaba? Hem kim böyle birşeye rıza gösterir ki, saçmalık. Bazen bu okul hem doğru hem de yanlış geliyor nedense. Sayfaları karıştırırken Josie'ye denk geldiğimde içten içe yanlış olduğunu bilmeme rağmen yine de kendimi tutamadım. Başarı derecesi neredeyse zekamla yarışırdı, umut verici. Gemini soyunun hayatta kalan son üyelerinden, Merge adı altında kardeş katli düşüncesi, aklından bir türlü çıkmayan biyolojik ve doğuran anne problemi. Ne!? Annesi aynı zamanda onu doğurmamış mı zaten, bu nasıl birşey! Ayrıca merge de neyin nesi, kardeş katli ne alaka ? Hedef Oxford, çok güzel. Bilinçaltında en kalıcı etki bırak eski sevgili travması. O kadar şeyin arasında bunu mu travma edindin kendine, biraz yaratıcı ol hani. Onun hakkında öğreneceğim şeylerin heyecanıyla satırları okumaya devam ederken kulağımda çınlayan o ses dikkatimi dağıtmıştı.

"Bayan Tig sizi görmek için hazır, Bay Schott!"

Wade Rivers'ın arkasından elimdeki dosyayı kolumun altına alarak içeriye girdiğimde Bayan Tig beklediğimden daha sıcak karşılamıştı. Aramızda geçen ayaküstü kısa bir sohbet ve ardından da açık kahve koltuğun ucuna oturduğum gibi boş bakışlarla ortama hakim olan derin bir sessizlik. Bazen buraya alışmakta zorluk çekiyordum; Biliyorum, alışmam gerekiyordu ama- Bazı istisnalar dışında buradaki insanlar çok nazik ve çok cömert. Bir kere fazla iyiler ve biz onları öldürmek için buradayız, çünkü bize onların canavar olduğu söylendi. Gerçek şu ki, artık bu düşünce rahatsız etmeye başladı. Neden yapıyoruz bunu, yani ne uğruna? Ancak bir yerden sonra bu sessizlikten bunalarak söze girdim.

"Yanlış anlamayın ama neden buradayım?" Sahiden neden buradayım ben? Hem de sabahın bu saatinde öğrencilerinin terapi kayıtlarını elinde tutan bir kadının ofisinde! Yönelttiğim bu soruyla Bayan Tig arkasına yaslanarak bacak bacak üstüne atarken beni baştan aşağı süzdü.

"Bu bir kural, Bay Schott; Sadece öğrenciler için değil, aynı zamanda öğretmenler ile diğerlerinin de terapi seansların katılması zorunludur. Özellikle De Barra isyanında yaşananlardan sonra..."

"Terapiye ihtiyacım yok!" İstemsizce sırıtırken bulmuştum kendimi. Terapi mi? Hem de burada! Bir terapistim var zaten, sana ne gerek. Ama çok geçmeden aldığım cevapla suratımdaki ifadenin kaybolması bir olmuştu.

"Biliyor musunuz, Bay Schott? Buraya gelene kadar herkes aynı konuda diretir ama söylesenize, ihtiyacınız yoksa neden buradasınız?"

Evet! Anlaşıldı, yakınlarda kurtuluş falan yok. Meğer Jacques boşuna kabus kadın demiyormuş buna. Gerginliği bir türlü üzerimden atamayarak dosya ile telefonu masanın bırakırken geriye doğru yaslanarak kollarımla bağdaş kurdum. "Pekala! Nasıl yapıyoruz bu terapi şeyini, benim için biraz ilk de."

Doğaüstü Serisi {Miraslar} Karanlığın MiraslarıWhere stories live. Discover now