1🍀

66 4 0
                                    

"Ne güzel şey hatırlamak seni,
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken..."

Nazım Hikmet Ran
______________

"Fadime'nin oğlu Murat var. Bak o çocuk hem yakışıklı hem de boylu poslu. Cerrahmış bir de. Ne dersin?"

Bu, benim annem. Bana koca bakıyor. 26 yaşında olmam onun için evde kaldım demek çünkü.

"Annecim istemiyorum. Ne Murat'ı ne Fatih'i! Kimseyi istemiyorum. Kendi işim var, kendi param var. Bir erkeğe ihtiyacım yok. Niye beni evlendirmeye çalışıyorsun? Daha iki ay olmadı anne yapma, n'olur!"

Mutfak masasında oturmuş annemin damat adaylarını dinliyorum. Öğrencilerime sınav hazırlamam lazımken hemde.

Mahallede tanıdığı kadınların; oğulları, torunları, yeğenleri artık yaşıma uygun kim varsa, hepsini getirmiş ve bana anlatıyordu. Evlenmek istemediğimi bildiği halde. Ah anne ah!

"Ya kızım ben sana demiyorum ki "İhtiyacın var!" Sadece gönlünü verebileceğin, arkanda duracak bir eşin olsun, ölmeden mürvetini göreyim istiyorum."

Ah, annem konuya buradan girdiyse, büyük bir ısrar geliyor demektir.. En iyisi birini beğenmiş gibi yapayım da annemde beni rahat bıraksın. Anneme "Tamam, birini beğeneceğim" dersem, benim için değilde, kendi içinmiş gibi en beğendiği damat adayını gösterir. Bu yüzden sıradaki kişi kimse onu beğenmiş gibi yapacağım. Artık şansımıza ne çıkarsa!

"Bak bu, Özgür! 1.97! Valla çocuk, dağ gibi! Tam bana layık damat."

Ah anne! Etkilemiyor bunlar beni. Ama boyu da maşallah yani. Utanmasa iki metre olacakmış!

İyi ki etkilenmedin ha!

"Zenginde bu çocuk. Kader'in torunu var ya hani o işte bu çocuk. Hanım hanımcık kadın zaten Kader, kaynanalık yapmaz sana. Hem seni de seviyor zaten. Çok iyi anlaşırsınız.

Elindeki fotoğrafa bakıp bakıp çocuğu övüyordu. İlgilenmiş gibi yapmak için elinden fotoğrafı alıp, bakmaya başladım. Adam baya yakışıklıydı. Ve direkt dikkatimi çeken, mavi gözleri oldu. Kaç kez mahalleye uğrasa da, günlerde konuşulan baş konu olsa da bu zamana kadar adını hiç duymamıştım. Hep "Kader'in yakışıklı torunu" olarak kadınların baş tacıydı. Hepsi onu damadı olarak istiyordu. Tabii annemde.

"Yaşı kaç?" Asla merak etmediğim şeyleri sorayım da, ilgim var sanıp rahat bıraksın.

"31. Biliyorum, sen çok yaş farkı sevmezsin ama çok iyi çocuk Özgür, anlaşırsınız."

Beş yaş. Asla sevdiğim adamla bu kadar yaş farkım olsun istemem ama sadece annemi kandırmak için ilgilenmiş gibi yaptığımdan dolayı sorun yok gibi davranacağım.

"Yok ya, sıkıntı olmaz. Neyse sen yaşı bırakta, mesleğini söyle. Zaten ilk mesleğini söylerdin sen, şimdi niye söylemedin? Yoksa polis mi?"

Dalga geçer bir ses tonuyla söyleme sebebim; silahlardan nefret etmemdi! Ve annem bunu bildiği için silahlarla içli dışlı olan bir mesleğe sahip birini söylemeyeceğini bildiğimdendi.

Ama annem beni tek bir kelime ile şaşırttı.

"Asker!" Ve dünyam yerinden oynadı.

Bakışlarım yeniden elimdeki fotoğrafa döndü. Yakışıklı yüzüne daha dikkatli baktım. Bu zamana kadar her yerde konuşulan ama şimdiye kadar hiç görmediğim yüzüne.

Kaşının üstündeki ve çene kemiğinin altındaki dikiş izlerini fark ettim. Yakışıklı yüzünde bir kusur gibi durmuyordu. Aksine, daha da çekici yapmıştı. Ama benim ilgimi çekmiyordu.

"Anne, saçmalama! Ben nasıl yapayım, askerle? Silahlardan korktuğumu biliyorsun. İçlerinde sadece Özgür dikkatimi çekti. O da askermiş. Bu yüzden artık, lütfen bu konuyu kapat. Kimseyi istemiyorum."

Masadan kalkıp odama geçtim. Beyaz kalın askılı crobum ve kırmızı, üstünde beyaz çiçekleri olan eteğim ile tamda bahar havasında bir kombin olmuştu. Mayıs ayına yakışan bir kombin olmuştu. Beyaz spor ayakkabılarımı giydim ve beyaz kol çantamı da alıp, dış kapıya doğru yürüdüm.

Dış kapının önüne geldiğimde annem beni fark etti. Kapının karşısında kalan mutfaktan çıkıp, yanıma geldi. "Gidiyor musun, kızım?" Başımı salladım.

"Sınav hazırlamam lazım çocuklara. Kafeye gidip sınavı hazırlayacağım sonra da eve geçerim." Annem "Tamam" dercesine başını salladıktan sonra ona sarılıp, evden çıktım.

Bu apartmanı terk edip, kendi evime çıktığımda bir daha buraya dönmem sanıyordum. Geri dönüşüm, temelli olmasa da iki ay bile geçmeden gerçekleşti. O günler tam bir kabustu.

Apartmandan çıktığımda,yolun karşısında olan beyaz, yengemin mezuniyet hediyesi olan arabama binip, sıklıkla gittiğim kafeye doğru yola koyuldum. Arabaya biner binmez elim, alışmış bir şekilde radyoyu buldu.

Açar açmaz aşinası olduğum ses yayıldı arabanın içine. Spiker "Suzan hanımdan askerdeki sevgilisine gelsin o zaman bu şarkı..." dediğinde, aklıma Özgür'ün düşmesine engel olamadım. Ne yapıyordu acaba? Benden haberi var mıydı? Annesinin ve babasının vefat ettiğini, bir tek babaannesinin kaldığını biliyordum. Büyük ihtimalle annemde babaannesi ile kankaydı. Babaannesi söyledi mi acaba beni? Fotoğrafımı gördü mü? Gördüyse, beğendi mi?

Düşüncelerimin saçmalığını fark ettiğimde, arabanın camını açtım. Yüzüme vuran bahar esintisi, geçmişin izlerini taşıyordu. Camı kapattım. Şarkı bitti. Yol da bitti.

Arabadan inip, sıklıkla geldiğim kafeden içeri girdim. İnsan sevmediğim için mekanın en uç köşesindeki masaya otururdum her zaman. Ama şu an o masa, dört tane 190'nın üstünde boyu olan askerlerin işgalindeydi. Gözlerim istemsizce bana en yakın olan askerin beline kaydı. Gördüğüm silah, ellerimde titremeye neden olduğunda, geri geri yürümeye başladım. Gözlerimi, ellerimi tir tir titreten silahdan çekemiyordum.

Bir bedene çarptığımda,durmak zorunda kaldım. Özür dilemek için arkamı döndüğümde gördüğüm yüz, maalesef ki, Özgür'e aitti. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemezken o konuştu "İyi misiniz?" Harikayım! Hayır,bok gibiyim! Olumlu anlamda kafamı salladım.

Ben onu tanıdım ama o beni tanımadı.

Belki de babaannesi bahsetmedi?

"Adınızın Leyla olma ihtimali var mı?"

Bahsetmiş!

"Adım Leyla. Leyla Yonca." Elimi uzattığımda, garip karşılasada tuttu ve sıktı.

"Özgür bende. Kıdemli Üsteğmen Özgür Kılıç! Memnun oldum." Asker olduğunu yeniden hatırlattığında ellerim yeniden titredi. Fark etmesin diye hemen elimi geri çektim.

"Bende! Bende memnun oldum komutanım!" Ona böyle seslenmem onu güldürdü. Bende gülümsedim, o gülünce...

Gülüşünü gördüğümde, şairler kulağıma bir müzik edasında şiirlerini fısıldadılar. İçlerinden,onun gülüşüne en uygun olan şiiri seçtim:

"Ayrılık kurşun kadar ağır, gülüşün kadar felaketliydi yaşamanın..."

Gülüşü yüzünden aklıma düşen mısralar, kalbimde bir yeri aynı ellerim gibi titretti.

Ona ilk kez komutanım dediğimde başlamıştı aslında her şey. Ama kabullenememiştik. Nasıl kabullenebilirdik ki? O bir askerdi ve sadece silahına güveniyordu. Ben ise silahlardan korkuyordum. İlk görüşte aşık olduğumuzu nasıl kabul edelim? Onun tenine barut kokusu sinmişti. Benim ise burnuma yıllar önce çalınan keskin bir barut kokusu,bizi birbirimizden farklı ve zıt yapıyordu. Biz, zıttık. Biz, imkansızdık. Ve biz, aşıktık. Hemde ilk görüşte.

İlk görüşte aşka inananlardan değilim ama Leyla ve Özgür aklıma ilk kez birbirlerine bir kafede çarpan ve orada aşık olan bir çift olarak düştü.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın

Sizi seviyorum 🖤

Özgürlüğe KadarOù les histoires vivent. Découvrez maintenant