7: ilk kurban

289 43 111
                                    

"Gerçekten bunları mı yiyeceksiniz?"

Öğle arasında Jina ile sıralarımızı birleştirmiş, yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri yiyorduk. Her zamanki gibi. Ancak bu sefer daha ilk lokmamızı ağzımıza henüz atmıştık ki yanımıza bir sandalye çekilmişti ve gelen kişi hiçbir şey demeden oturmuştu. Biz onun kim olduğuna ve ne yaptığına bakarken de yemeklerimize bakıp bunları söylemiş, burun kıvırmıştı.

"Gören de seni gurme sanacak." diye onu tersledim ve annemin hazırladığı kimbapı yemeye devam ettim. Ona zaten sinirliydim, ben kızmadan gitmesini umuyordum ama kendi yemek kutusunu da masamıza koyduğunda dehşetle ona baktım.

"Gitsene, Jake!"

"Neden?"

"Kaplumbağa deden."

Jina'nın yersiz esprisinin ardından kısa bir sessizlik oldu. Jake ve Jina kahkahayı bastıklarında gözlerimi devirdim. Jake'in sırf aramıza sızmak için Jina'nın esprisine güldüğünü biliyordum. Jina ona ısınırsa beni daha kolay rahatsız edebilirdi.

"Ne halin varsa gör." dedim ve ikisi sohbete daldıklarında araya hiç girmedim. İki gün önce yaşananlar önümdeki bu iki genci hiç etkilememiş gibi görünüyordu. Oysaki olay Jina'nın evine çok yakın gerçekleşmişti ve Jake o aile için çalışıyordu. Benden daha fazla etkilenmeleri gerekirdi. Gerçi bizzat o sahneye rastlamasam muhtemelen ben de pek etkilenmezdim. Durum yıllar öncesinden farklıydı. Artık dünyanın her yerindeki ölüm ve şiddet gibi haberler o kadar çok göz önündeydi ki olayların korkunçluğu azalmaya başlamıştı. Bunlar elbette dehşet verici şeylerdi ama bunları her gün duymak, bu korkunç hadiseleri normalleştirmişti. Bir olay olduğunda birkaç gün ortalık yıkılıyordu, sonra ise herkes hayatına devam ediyordu. Bu küçük kasabada bile durum böyleydi.

"Yemeğini parçalara ayırdığının farkında mısın?"

Jina'nın sorusuyla birlikte kendime geldim. Önündeki kaptaki curcunayı gördüğümde şaşırmıştım. Kimbapları elimdeki çubuklarla deşmiş, dağıtmıştım. Bunun hiç farkında değildim.

"Ah..." diye mırıldanırken kenara koyduğum kapağı aldım. İştahım kapanmıştı, ben de kabın kapağını örttüm. Mataramı elime aldım ve ağzımdaki yosunlu tadın geçmesi için birkaç yudum su içtim.

"Bugün okuldan sonra ne yapıyorsunuz?"

Jake'in sorusu çok manasız geldi. Kasabada gençlerin yapabileceği pek bir aktivite yoktu. Sanki şehirde yaşıyormuşuz da sinemaya, oyun yerlerine, alışveriş merkezlerine gidebilirmişiz gibi konuşmuştu. Gözlerimi devirdim.

"Ben ejderhamı gezdirmeyi düşünüyordum."

Jina aksi halimi görünce gülmemeye çalıştı. Jake'e kıl olduğumu anlamıştı, sadece sebebini bilmiyordu. Ona Heeseung'ın beni evinin çevresinde nasıl korkuttuğundan bahsetmiştim ama Jake'in de o sırada oralarda bir yerde gizlendiğini bilmiyordu. Jake'in Heeseung'a göz kulak olduğundan bahsetmemiştim. Gerçi işvereni kafayı yediği ve izlemesi gereken adam götürülmüş olduğu için şimdilik boş kalmış olmalıydı.

"Öyle mi? Ejderhan ne renk?" diye bozuntuya vermeden devam etti.

"Bok yeşili."

"Hm, ilginç bir seçim."

Onu istemediğim barizdi ama gitmeye yeltenmiyordu bile. Orada öylece oturmuş, kutudaki soslu tavuk parçalarını ağzına atıyordu. Çiğnemeyi bitirdiği lokmasını yuttu ve devam etti.

"Yani boşsun." derken bana bakıyordu. Sonra da bakışlarını Jina'ya çevirip "Sen de müsait misin?" diye sordu. Bizimle derdi neydi hiçbir fikrim yoktu. Arkadaş falan mı olmaya çalışıyordu?

˖tormented pneuma˖ heeseungWhere stories live. Discover now