3. BÖLÜM: CEHENNEM KUYUSU

1.1K 48 59
                                    

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Keyifli okumalar.

....

3. Bölüm

"Cehennem Kuyusu"

Wele min go soz û qederê dinyayê nema wey me ji hev danî
Min porkura Xwedê bextê reşo lo li ser me danî...

(Vallahi söz ve yemin kalmadı ki birbirimize vermediğimiz.
Ben Allah'ın zavallısı ki, bahtımız kara yazıldı...)

....

Bir insanın yaşayacağı en ağır sınavı en sevdiğini kaybetmektir. Şayet ölüm acısını insanoğluna veren Allah en sağlam sabrı da verse, dağ olsa yıkılır dümdüz olur, taş olsa çatlar dururdu. Küçücük yüreğe koskoca acılar sığdıran, bir bedene taşıyamayacağı yükü veren Allah, bir şekilde sabrını da veriyordu.

Ronî'nin daha önce en uzun ve en zorlu geçirdiği gecesi anneannesini kaybettiği gece olmuştu. Yüreğine öyle bir büyük acı ve bedenine öyle bir yük binmişti ki o sabaha nasıl sağ çıktığına şaşırmıştı. Miran da olmasaydı Ronî oracıkta o acıyla can verebilirdi.

Şimdi de aynı acıyı yüreğinde hissederken Miran yanında yoktu. Sığınacağı bir dalı kalmamıştı. Zira ailem dediği insanlardı ona bu acıyı yaşatan.

Bir zaman sonra o başka kadınla bir aile olacakken kendine sadece izlemek ve bu acıyla baş etmek kalacaktı. Yüreğine sarıldığı adamı artık başka bir kadınla paylaşacaktı. O yürekte tek olduğunu bilmesine rağmen başka bir kadının daha o yüreğe sarılacağını bilmek bile bir ölüm sebebiydi.

Kadın ayaküstü ölüme gitse de ölmemişti. O gece ömrünün en sancılı günlerini çekmiş gözyaşları kuruyana kadar ağlamıştı. Karnına düşmeyen bebeğine, hastalıklı bedenine, kaderlerine başka bir kadını koyan dayısına, herkese her şeye isyan etmişti. Yüreğine öyle bir ateş düşmüştü ki cehennem kuyusuna atılsa bu kadar yanmazdı. Her acıya göğüs geren bedeni bunu da atlatır sanmıştı ama bu çekilir bir dert değildi. Ruhu acıyordu. İliklerine kadar acıyı hissediyordu. En çaresiz bekleyişle gözlerini kapıya dikiyor, sevdiği adamın gelmesini bekliyordu. Çıkıp gelsin ona yapmadım, desin istiyordu. Seni bu kadar severken başka kadına dokunmaya yüreğim el vermedi, desin istiyordu. Ama mecbur olduklarını da biliyordu. Onu bu hayata mecbur ettiklerini de biliyordu. Prangalar bir kere vurulmuştu ayaklarına, çözemiyor, çekip gidemiyordu.

Şimdi çıksa dama, atsa kendini aşağı kalbinin tam ortasında hissettiği acı kadar acır mıydı canı? Yoksa saniyelik bir acı mı hissederdi? Tüm acıların son bulması için ölmek mi gerekiyordu? Yok muydu bunun bir çaresi? Bu içindeki acı falan değildi ki, içten içe onu öldüren bir zehir gibiydi. Kussa tüm içindekini çıkar mıydı bu zehir içinden?

Ronî yorgun bedeninini sürüye sürüye banyoya gitti. Lavabonun kenarlarına ellerini dayayıp ayakta durmaya güç aldı ve canı çıka çıka kustu tüm içindekileri. Aynadaki yansımasına gözlerini çevirdiğinde korkunç bir bedenle karşı karşıya kaldı. Bir zamanlar bu aynada sevdiği adam için hazırlanıp süslendiği zamanlar olmuştu ve şimdi durum farklıydı. Ne hale gelmişti. Onu ne hale getirmişlerdi. Affedebilecek miydi? Ona bunu yapanların gözlerinin içine bakıp gülebilecek miydi? Peki ya onlar? Bir insanın hayatını hiç harcamamış gibi kendi hayatlarına devam edecekler miydi?

Geçmiyordu. İçindeki bu his dipdiri bir acıydı ve tükenmiyordu, tüketiyordu. Sadece kalbi değil tırnaklarına kadar sancıyan bu bedenini artık taşıyamıyordu. Gözlerinin önü kararıyor ve yer ayağının altından kayacak gibi titriyordu. Ölmek böyle bir şey miydi? Değildi.

KEFEN GİYDİMWhere stories live. Discover now