inançsızlar, dokuz

61 3 2
                                    

  hatasız insan olmadığı gibi korkusuz insan da yoktu dünyada. hiçbir şeyden korkmadığını iddia eden kimseler korkularını keşfedememiş demekti. evet, korkular da keşfedilir, keşfedilmelidir. keşfedilmemiş her korku insanın kendine sırtını dönmesinin sonucudur. çünkü hobiler gibi fobiler de keşfedilmeyi ve ona göre yaşanmasını hak eder. neyi sevdiğini ve neyden korktuğunu bilmeyen insan, kendini tanımayan insandır benim gözümde. ve neyi sevdiğini ya da neyden korktuğunu keşfetmeyi reddeden insan da kendini tanımayı reddeden, kendine sırtını dönen insandır. kendine sırtını dönebiliyorsa bir insan; sırtını dönemeyeceği kimse, sırtından vuramayacağı kimse de sırtını yaslayabileceği kimse de yoktur. kendine sırtını dönmek insanın kendi benliğine bir ihanetidir. ölüm korkusu, benim korkularımın en büyüğü. belirsiz ve her kültürde farklı dogmalarla açıklanan bir gerçeklik olan ölüm ve eğer varsa sonrası, benim gibi birinin aklına getirmemek için her şeyi yapabileceği bir şey. dışarıdan bazen o belirsizliği umar gibi görünebilsem de bu konu aklıma her düştüğünde kafamda dönen sayısız tilki kuyruklarını kıstırıp bir kenara kaçarlar. soobin benim o belirsizliği umduğumu düşünmüş, o belirsizliğe istekle yürüyebileceğimi düşünmüş. ve belki de dediği şartlarda olsaydım, belki de, yürürdüm gözüm kapalı. 

  "seni mi izlemiş onca zaman? sapık mı?"

  bütün düşüncelerimi dağıtan bir gülüş bıraktım geceye. soobin'le şiir hakkında daha dün konuşmuştuk, bir gece zor dayanabilmiştim mark'a anlatmadan. gözümden akan uykunun sebebi gece soobin'in neden inatla beni izlediğini, beni merak etmesine sebep olan şeyi ve eğer onun kadar iyi bir gözlemci olsaydım onun yüzünde ne göreceğimi sorduğumda bana verdiği cevabı düşünmemdi.

  "sanmıyorum."

  "ne demek sanmıyorsun? normal mi bu sence bitanem?" diye sordu mark sesinde inat ve endişeyle. normal miydi değil miydi bilmiyorum, soobin sapık mıydı değil miydi bilmiyorum. insanları gözlemlemek ne seviyeden sonra sapıklık olurdu? rahatsız ettiği andan itibaren. soobin'in dediğine göre ben uzun bir süre onun beni gözlemlediğini fark etmemiştim bile. 

  "yani beni rahatsız ettiğini söyleyemem. sapıklık dediğimiz şey insanları rahatsız etmez mi? izlemek deyince de bir tuhaf oldu, takip falan etmemiş sonunda."

  mark hattın öbür ucunda bir süre sessizce bekledi. ardından "haklısın ama ne olur ne olmaz, biliyorum merak içindesin ama dikkatli ol tamam mı?" dedi. 

  "ederim."

  "söz ver."

  "ederim dedim ya mark."

  "tamam işte söz versen bir şey değişmez o zaman. söz ver."

  "peki, söz o zaman. dikkat edeceğim, kendimi kaptırmayacağım, sırf merak ediyorum diye erkenden güvenmeye başlamayacağım. oldu mu?"

  "süper oldu." dedi ve rahatlamış gibi güldü. "eee, balo ne zaman?"

  "ay ona da çok az kaldı, bu haftasonu."

  "e süper. ne giyeceksin?"

  sesli ve abartılı bir şekilde ofladım. hala pek gitmek istediğim söylenemezdi.

  "yeonjun, o partimsi balomsu şey için o kadar uğraşıp da eğlenme kısmından faydalanmayı reddedersen -ki hazırlayanlardan olduğun için senden bilet ücreti de almayacaklarını söylemiştin- iki elim yakanda senin, bilmiş ol."

  "ya tamam ama öyle değil işte."

  "böyle değil de nasıl peki?" diye sordu sakince.

  "istemiyorum işte. hazırlıklarıyla uğraşmak yeterince yordu, haftasonu dinlenmek ve biraz ders çalışmak istiyorum." dedim. sınavlar yaklaşmaya başladığında yetiştiremeyeceğim kadar konu birikmişti.

kanatları var, köklerine inat [yeonbin]Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum