inançsızlar, on

43 5 6
                                    

  dünyanın sonu herkesi korkuttuğu gibi beni de korkutur. nerede ve ne zaman, nasıl ve kiminleyken bu sona yakalanacağımı düşündükçe başıma ağrılar girecek kadar korkutur hem de. başlangıcı olan her şeyin bir sonunun da olması gerektiğine inanırım ben, bu yüzdendir ki benim için dünyanın sonu yalnızca 'kıyamet' denen şey değil, kendi ölümümdür de. ama derler ki insanı bazen öyle acılar bulurmuş öyle dertler sararmış ki yaşarken cansız bir bedene dönüşür, her nefesi birer hançer gibi saplanırmış ciğerlerine. işte benim için kıyamet olgusu, beni ölmeden cansız bir bedene çevirebilecek bir acıya, bir derde sahip olmak. ve bunun korkusu uykularımı kaçıracak kadar kuvvetli. çünkü ben inançlı değilim, sığınacak bir tanrım veya yardım dilenecek bir tapınağım yok. şükür denen şeye de henüz erişemedim. ben hala hem kendi hem etrafının dertleriyle dertlenmekle kalan, 'buna da şükür' demekten çok uzakta, korkak biriyim. öyle bir acı beni bulsa bir gün, soobin'in tabiriyle sessizliğin kucağındaki o sokağa düşerim, düşerim de kalkamam. sayısız tilki döner kafamda da ağzımı bıçak açmaz. gözlerimi kapatıp yürürüm belki de o boşluğa gerçekten. o hiçlik meyvesini, o darağacını arzularım belki de. her nefesimde ciğerime bir bir saplanan hançerlerle yaşayamam, yaşamaya devam etmek istemem. ellerimdeki çiziklere aldırmadan çıkarım belki de o lanetli idam sehpasına, kendime giydirdiğim hükme boyun eğerim, boynumu veririm. ama soobin öyle değil. her şeye rağmen ve hatta o her şey için, o her şey yüzünden, devam etmek zorunda. öyle bir acı bulmuşsa da onu o sokağa düşmemiş, çığlıktan duvarların arasında kalmamış, kafasındaki tilkilere rağmen o boşluğa yürümemiş, kendi mahkemesinde kendini infaz etmemiş, tutuksuz yargılamış. o farklı, belki ellerinde puding'in eseri çizikler yok diyedir, bilemem ama o korkak değil. ve bu yüzden her adımında ciğerlerine bir bir saplanan hançerlerle yürümeye devam etmek zorunda. o acıyı kucaklamak, benimsemek ve hatta o acıya dönüşmek zorunda. canlı bir cenaze gibi, yürüyen bir mezar gibi, arafta kalmış bir hayalet gibi devam etmek zorunda. acısıyla bütünleşmiş, acısını sevmiş belki de. nefretine tutunmuş, almış eline inadını kapı kapı geziyor. kimse aynı acıyı tatmasın, kimse o acıya dönüşmesin, kimse o zorunluluğu tatmasın diye didiniyor. çünkü soobin, bu acıyla pişmiş, bu acıyla büyümüş bir nevi, bu acıyla değişmiş. çünkü soobin, bu acıdan öncesini hatırlamıyor belki de, unutmuş. bu acı yokken ne yaptığını, nasıl hissettiğini, neyi düşündüğünü, neyi düşlediğini, neye kin tuttuğunu ve neye nefret kustuğunu unutmuş. bu acı boğa boğa yoğurmuş bedenini soobin'in. bu acı çökmüş her uzvuna, bırakmaya da niyetli değil. her adımında saplanan hançerlerden ciğeri solmuş belki de, ama o acısına rağmen ciğerlerini yeniden yeşertmiş. yeniden yeşerttiği ciğerlerine tekrar kabul etmiş hançerleri. tekrar yeşertmiş, tekrar hançerlenmiş. ve tekrar yeşertmeye ve tekrar hançerlenmeye devam ediyor, devam da edecek. çünkü soobin, kız kardeşini kaybetmiş.

  parti günün öğleniydi. her şeyden bihaber, içimde derin bir huzursuzluk ve gözlerimde uykusuzluğun getirdiği halkalarla son hazırlıklara yetişmeye çalışıyordum sabahından beri. telefonlarım asla susmuyordu, alkol tedarikçisi kapatıyor jaehyun hyung arıyor, o bitiyor mark arayıp partiye gidip gitmeyeceğimi soruyordu. sonrasında yerim arayıp acilen mesajlarına bakmamı söylemişti. iki elbise atmış, hangisini giyeyim diye soruyor. tabii ki yeşili seçtim. diğerleri kırmızıyı seçmiş, kırmızıyı giyecek muhtemelen o yüzden. yine de fikrimi sormak istemiş. neyse, parti için açılan gruba son değişikliklerin bilgilendirmesini geçtim ve sonunda heeseung'ın da yardımıyla kendime kıyafet seçmeye koyuldum. aklımın bir köşesinde, henüz bulanıklaşmadan nasibini almamış o köşesinde, soobin'in gelip gelmeyeceğiyle ilgili garip bir merak duruyordu öylece. beyaz ve hafiften iç gösteren fırfırlı gömleğimi giydim, altına da deri pantolonumu. zaten başka pek seçeneğim de yoktu. deri pantolonum sabitti, üstüne ya bu gömleği ya da siyah transparan üstümü giyip kolye takıyordum. hocaların da gelip şöyle bir boy göstereceği parti için gömlek daha uygundu. göz altlarıma hızla kapatıcı sürdüm, aceleyle biraz allık ve bol aydınlatıcı sürmüş bulundum. sonrasında koyu kahve bir farla hafif bir göz makyajı ayarladım, siyah göz kalemi çektim. heeseung da masasının üstünde elinde iğne iplikle gömleğiyle uğraşıyordu. fazla odaklanmıştı. yanına kadar gittim. yaka düğmelerini sökmüş kenara koymuş, yenilerini dikiyor. yeni düğmelerin ne birbiriyle ne gömleğiyle bir alakası var. ikisi de küçücük, biri mavi diğeri yeşil. siyah simli gömleğiyle o kadar uyumsuzlar ki bunu neden yaptığını anlayamadım. omzuna dokundum hafifçe, irkildi.

kanatları var, köklerine inat [yeonbin]Where stories live. Discover now