Bölüm 16

924 120 5
                                    

16. BÖLÜM

Sonay neler olduğunu bilmiyordu fakat öğrenmek istediğinden de emin değildi. Güneş gibi parlamak güzeldi. Elbette ona tuhaf hissettirmediği sürece! Güç, hücrelerinin her zerresine işlerken, bir o kadar da korkutucu olması kızın ürpermesine neden oldu.

Altın tozları hâlâ tenine düşerken, ürperti tüm bedenini sardı. Korkusuna engel olamıyordu.

Kelimeler mihracenin ağzından güçlükle çıktı. "Sen olduğunu biliyordum..."

Sonay, nasıl bir karşılık vermesi gerektiğini bilemiyordu. Cevap yakamoz perisi Hagno'dan geldiğindeyse, şaşkınlıktan ağzı açık kaldı.

"Prenses, nihayet sizi yeniden görebildim." Perinin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Ve aynı gülümseme eşliğinde kızın yanına yaklaşıp, alnına samimi bir özlemle buse kondurdu. İşte bu, Sonay'ı daha çok şaşırtmıştı.

Yeni yetme kendine gelir gelmez, periyi güçlü kollarıyla itti. Tepkisi, perinin kendini terastan aşağı düşerken bulmasına neden olmuştu. Gücüne şaşkınlıkla baka kaldı.

Ağır bir korku dalgası, Sonay'ın kalbini zorluyordu. Nefes almakta güçlük çektiğini fark etti. Bu kadarı çok fazlaydı. Basit bir yeni yetmeyken, cehennem hükümdarlarını yakalama görevine atandığı yetmezmiş gibi, altın tozlarıyla kaplı bir prenses olduğunu öğreniyordu. En azından yanındaki akılsızlar öyle olduğunu sanıyordu.

Hagno, mihracenin yanındaki boşlukta kanat çırparak, kırgın bakışlarla kızın karşısına geçti. Af dilemek gibi bir niyeti yoktu. Ne de olsa, izni olmadan onu öpmeye kalkmıştı.

Sonay, kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Anlatacaklarınızı dinlemek istediğimden emin değilim... Önce Leliel'i yakalayacağım. Sonrasında belki..." Neler olduğundan, ya da ne yapması gerektiğinden emin değildi. Hatta duyacaklarına karşı hazırlıklı olduğundan bile emin değildi. Sustu.

Yeni yetmenin zamana ihtiyacı vardı. Damarlarında gezinen güç, onu ele geçirmek üzereydi. Tıpkı, kaleyi içten fethetmeye çalışan sinsi bir düşman gibi. Kontrol etmek her geçen saniye daha da zor oluyordu. Bu lanete yenilmeden, Leliel'i bulmalıydı...

Sonay, içinde büyüyen güce direnemediği gibi, gece meleğini yakalama dürtüsüne de gem vuramıyordu.

Kendi kendiyle mücadelesi sadece bir süre devam etti. Ardından bilinçsizce, terastan aşağı atladı. Ne arkadaşlarının yaşadığı şok, ne de şatonun avlusuna çakılıp öleceği, aklına bile gelmemişti. Sadece dürtüsüne boyun eğip, kendini boşluğa bırakmıştı...

Kanına karışan toz tanecikleri ona farklı bir güç katmıştı. Ne kadar yüksekten atladığının önemi yoktu. Avlunun ortasına, ayaklarının üzerinde inerken hiç zorlanmadı. Yıllardır bunu yapıyormuş gibi, içgüdüsel davranmıştı. Ama müthiş keyifliydi. İlk fırsatta tekrarlamak için kendine söz verdi.

Duyduğu kanat sesleri onu düşüncelerinden sıyırdı. Başını kaldırıp kuleye doğru baktığında, mihrace ve perinin aşağı indiklerini gördü. Abra ile Erce ise, merdivenleri tercih etmişlerdi. Ayak seslerini yanlarındaymışçasına duyabiliyordu. Ve duyduğu tek ayak sesleri, onların ki değildi. Acı dolu bir haykırış... Hayır, ses duymuyordu. Titreşimleri hissediyordu. Havayı saran acıyı beyninin içinde yaşıyordu...

"Prenses, yardım etmelisin. Kelebeklerim acı çekiyor..."

Mihracenin ağlamaklı hali içler acısıydı. Ama Sonay nedenini anlayabiliyordu. Çünkü yakalanan kelebeklerin acı ve korkusunu, birebir hissediyordu. Mihracenin yalvaran bakışlarına görmezden gelerek, koşmaya başladı.

Hayatında hiç olmadığı kadar büyük bir hızla koşuyordu. Adını koyamadığı bir duygu, kelebekleri kurtarmak zorunda olduğunu haykırıp duruyordu. Geç kalması halinde, çok acı çekeceğini...

Tanıdık duyguların bozuk tadı, damağına yapışıp kalmıştı. Neden korktuğunu anlamıyordu ama bu bozuk tadın korku olduğunu biliyordu. Daha önce yaşanmış ve hoşnut kalınmamış saf korkuyu beyni, kalbi, hücreleri, hatta bütün bedeni tanıyordu. Aynı şeyleri yeniden yaşayamaz, bir kaybı daha kaldıramazdı.

Yüreğini sıkıştıran duygular gücüne güç kattı. Artık koşmuyor adeta ışık hızıyla ilerliyordu. Nereye gitmesi gerektiğinden emin, ardında altın tozları bırakarak, hedefine ulaşmaya çalışıyordu. Ve onu buldu!

Karanlık koridorları, yosun tutmuş basamakları, ürkütücü tünelleri aşıp, nihayet hedefine ulaşmayı başardı. Henüz onu göremese de, orada, kelebeklerin ardında olduğunu biliyordu.

Karşısında kanat çırpan binlerce kelebek, onları ilk gördüğünde üzerinde bıraktıkları izlenimi bırakmıyordu artık. Daha melodik, daha sakinleştirici bir etkiyle yer değiştirmişti adeta. Ya da böyle hissetmesini sağlayacak bir değişim söz konusuydu.

Zamanla her şeyi öğrenecekti. Ama önce, kelebekleri özgürlüğüne kavuşturmalıydı. Bunun için de, Leliel'i ait olduğu cehenneme göndermek zorundaydı.

Ayın etkisiz hale getirilmesiyle yer altına kaçan gece meleği, belli ki saklanmak için yeterince iyi bir yer bulamamıştı kendine fakat zeki olduğunu kabul etmek gerekirdi. Kalkanını iyi seçmişti. Bütün abstre kelebeklerini, kendine siper etmişti. Sonay'ın onlara zarar vermeyeceğinden bu kadar emindi demek?

Yeni yetme sinsice gülümsedi. Hançerini hazırlayıp, gardını aldı. Kelebeklerin üzerine doğru koşmaya başladı. Leliel'i kimse, Sonay'ın elinden alamazdı...

Melekler Kampı 3 - GECE SELİ- (Tamamlandı) KİTAP OLUYORWhere stories live. Discover now