Bulanıklık ve Bulantı

14 0 0
                                    

Sonunda tekrar uyandım. Kardeşim oyun oynuyordu. Çok ses yaptığı için uyandırdı sanırım. Ya da ben öyle sanıyorum. Yine can sıkıntısından telefonumu açtım. Bu sefer yine Sago babadan, "Drama Yolları"nı dinlemeye başladım.

"Yalancının konuştuğu lisan, daim yalanca. Kancamı taktığım gerçekler mi palavra? Bu espride yok şaka, insanlık kadavra. Sihirbazın sopası elimde, abrakadabra..."

Resmen adam beni hayata bağlıyor gibi, şarkılara bak. Sırf bir sonraki şarkısını duyabilmek için kırk yıl daha çekerim bunları. (Real)

"Gazme ablaa!!" kardeşim seslendi. Yine ne istiyordu bu çocuk. Son ses müzik bile dinleyemiyordum sırf bu çocuk bir şey isteyecek diye. Bu nasıl bir şey böyle. "Efendiim?" ben de ona seslendim. "Acıktııımm" diye bir yanıt aldım karşı taraftan. İç çekip kalktım. Babam gitmemiş mutfakta dikiliyordu. Ben gitti sanmıştım. "Günaydın." dedi donuk bir sesle. Ben de aynen yanıt verdim. "Özür dilerim." ne? Özür mü diliyordu şimdi, gerçekten mi? Bunca şeye rağmen mi yani? Tam bir aptal bu adam. Korkuyorum, yine de korkuyorum. "Önemi yok artık. Bu sonuç değişmeyecek." diyebildim sadece. Sonuçta gerçek buydu. Ne kadar istese de değiştiremezdi. Yanıma gelip bir anda sarılana kadar akıl sağlığımı korumaya çalıştım ancak şuan bu durumda mümkünâtı yok. "BIRAK!" ittirdim onu, tüm gücümle. Yere düşüp kafasını kalorifere çarptı. Yerde bir anda hareketsiz yatmaya başladı. Yanına gittim, nabzını kontrol ettim...

3 saat sonra...

Hastanedeydim, kardeşimi komşuya bıraktım ve babamı hastaneye getirdim. "Nasıl oldu?" dedi hemşire hanım. "Nereden bilebilirim? Siz yapmıyor musunuz muayenesini?" diye bir yanıt verdim. Yanlış anlamışım. "Olay diyorum." anlık yüzüm kızardı. "H-ha, bir kavga etmiştik ve özür dilemek için yanıma geldi. Sarılınca sinirim geçmediğinden ittirdim onu. Bu kadar kolay yere düşeceğini bilemedim. O da kafasını kalorifere çarptı. Yanlışlıkla oldu yani."
...
"Peki."
O an içimden geçirdim. Keşke ben onu buraya getirene kadar geberip gitseydi...

Telefonumu çıkartıp "Senam" adlı kişiyi aradım. İlk çalışta açtı. "Aa Gamze n'aber? Sesini duyan cennetlik ya." dedi açar açmaz. "İyi Sena, senden?"
...
Böyle bir süre konuştuktan sonra hastanede olduğumu söyledim. Yanıma geldi hemen. Kapıda karşıladım onu. "Ne oldu?" dedi hemen. Olayı anlattım, tabii ki hemşireye anlattığım gibi. "Benim babam hayatta olsa, onunla bırak sarılınca ittirmeyi kavga bile etmezdim. Ne dese yapardım ama biliyorum senin baban daha farklı. İnsanlar böyleler, bazıları en ufak şeyde patlar ve sonra suçlu sen olursun."

Biraz konuştuk, Sena'nın varlığı bana iyi geliyordu. Bir kaç saat sonra babam da uyandı, eve götürdük onu. Sonra Sena annesini arayıp, bizde kalmak için izin istedi. Kaldı da, babamdan korunacaktım bu sayede. Sadece bugünlük de olsa, korunacaktım.

Gece 3:32

"Kanka Porçay yayın açmış gelsene." Anında Sena'nın yanına zıpladım. Adam idolüm resmen. Beraber yayını izlemeye başladık. Adam yine sarhoş sarhoş söve söve yayın yapıyordu. Şarkı söylüyordu biz de bununla eğleniyorduk işte. Yayın bittikten sonra, yatma kararı verdik. Sabah babam uyandırdı bizi, "Hadi kalkın kahvaltıya." Sorgular gibi bir yüz ifadesiyle uyandım. Mutfağa yöneldim. Kahvaltı hazırdı, babam çayları bile koymuştu. Sena da anca ayılıp yanıma geldi. "Baba ne gerek-" sözümü kesti.
"Otur yemeğini ye." Yanıtını aldım. Anlaşıldı, Sena var diye iyi baba rolünü oynuyordu yine. Her zaman yaptığı şeydi bu ne de olsa.

Kahvaltıdan sonra sofrayı kaldırdık ve Sena da evine gitti. Hazırlanması lazımdı. Babam kardeşimi servise bindirdi. Pazartesiydi bugün. Ben de okul için hazırlanacaktım. "Yok okul falan." Pardon? "Ne demek yok? Affedersin, duyamadım." Yüksek sesle tekrarladı. "Yok okul falan bugün, yok." Bileğimi sıkıca kavradı ve duvara yasladı...

İki saat sonra

Babam duştan yeni çıkmış uyuyordu, ben ise sessizce kalktım. Canım yanıyordu. Yine, yine ve yine. Cehennemden farksızdı her şey. Babam polisi de kendine inandırmıştı zaten. Ben ise babam kardeşime zarar verir diye korkuyorum, sessiz kalmak zorunda hissediyorum...

Mutfağa gittim, dolaptan bir meyve aldım ve kesmek için de bir bıçak. Sonra bir an duraksadım. Meyve bıçağını yerine koydum, mutfak bıçağı aldım ve meyveyi tezgaha bıraktım. Odaya yöneldim, elimde bıçakla. Nefes nefese sadece yürüdüm. Ellerim titriyor, nefesim kesilmeye başlıyor. Ne yapacağımdan ve ne yapacağımdan olanlardan ve olanlardan, ben mi sorumluydum?

Kapıya kadar geldim.

Dönüş yok, çıkış yok. Midem bulanıyor, her şey bulanık, sanırım tutmakta zorlandığım göz yaşlarımdan. Bir kaç dakika sonra ellerim, o koca yatak, babam; delik deşik, bıçak... Kan... Her yerde yalnızca kan...

Kırılgan Bir Taş Yürek Where stories live. Discover now