Kaçmak

53 6 7
                                    

Merhabalar sevgili Mahkûm okuyuları.
Açıkçası uzun zamandır yazmadığım için olsa gerek bir türlü istediğim şey çıkmadı. Hatta bana göre karakterlerin farkındalık hissi çok hızlı gelişti gibi geldi bana. Bu bölüm içime sinmedi ama kaç tane yeniden yazmama rağmen bundan iyisini çıkaramadım. Belki de baştan sona okuyup yeniden yazmalıydim ama içimden gelmedi. Çok fazla tereddüt ettiğim için, düşüncelerinizi paylaşabilirseniz çok sevinirim. Belki bunu siler yeniden yazarım. Sizin güzel yorumlarınıza bağlı.


Ölüm! Tek kelimelik bir sözcük lâkin en cesur insanın bile yüreğinin kuytularındaki kâbus. Ölümdü beni ailemden sonsuza kadar koparan gerçek. Ölümdü benim en büyük kâbuslarımın başrolü. Belki de bu sebeple bu mesleği seçmiş önce kendimi iyileştiririm umuduyla sıkıca sarılmıştım. Bir teselli bir cesaret aramıştım lâkin en güçlü adamın bile mani olamadığı bir kader ile ne yaparsam yapayım var olmaya devam edecekti. En büyük korku en durdurulması imkansız gerçekti zira.

Şimdi ise yüreğimde çırpınıp duran bir korku yerinden kıpırdanıp dururken aklımdaki o görüntüyü atamıyordum. Boğazımı bütün gücüyle sıkan bir şey vardı ve alıp verdiğim nefesim bile boğazıma batıyordu. Duraksayarak ellerimi dar koridorun soğuk duvarına yasladım. Zira adımlarım bile gücünü yitirmişti. Benimle yürüyen gardiyanın endişeli bakışları beni bulurken sorun olmadığını beden dilimle anlatmaya çalıştım. Anlayışlı bir bakış atarak sakinleşmemi bekledi. Gırtlağıma batan nefesleri derinden alırken kasılan midem ile yüzümü buruşturdum.

Müdür beyin odasına girdiğimde endişeli bakışlarını üzerime çevirdi. "Doktor hanım?" Yüzündeki hâlihazırda duran endişeli ifade benim yüzümde ne gördüyse daha çok büyürken sertçe yutkunup gözlerimi kaçırmakta bulmuştum çareyi. "Az önce savcı beyle karşılaştım, bayağı öfkeli ve gergindi. Ne olduğunu sorduğumda aranızda geçen konuşmadan bahsetti biraz." Sıktığım yumruklarımla hüzünlü bakışlarımı müdür beye çevirdiğimde anlayışlı bir ifadeyle oturmamı işaret etti. Onunla son konuşmamızda bu duruma bir iş gözüyle baktığımı belirtmiş gözlerinde hayal kırıklığına sebep olmuştum. Zira buradaki hiçbir kader mahkûmu onun işi değildi, evladıydı. Ve onları ölüme uğurlayacağı güne kadar ayakta durmaya zorluyordu kendini. Ne kadar acı içinde kavrulsa da çaresizdi. Engellemeye gücü yetmediği gibi kaçamıyordu da. Onu şimdi anlıyordum. Ne kaçmak için gücüm vardı ne de kalmak için sabrım. Çaresizliğimizin rengi aynıydı şimdi. Aynı acıyla kavrulan yüreklerimizi hissetmiş gibi yüzünü buruşturup eğdi başını. Bana baktıkça aynaya bakıyordu, bu da yüreğindeki kara deliğin daha da büyümesine sebep oluyordu. Biliyordum, çünkü bende öyle hissediyordum. Dakikalar sonra "Ali'nin yanından geliyorsun değil mi?" Diye sorduğunda başımı eğerek dudaklarımı birbirine bastırıp gözyaşlarımın akmasına izin verdim. "Baştan beri gitmemi söylemişti ama ben.." duraksarken gözyaşlarım benden bağımsız akmaya devam ediyordu. "Bak kızım, şu saatten sonra sana kal diyemem ama görüyorum ki gitmeye de gücün yok. O yüzden sana bir iyilik yapıp seçme şansını elinden alıyorum." Bakışlarımı şaşkınlıkla yüzüne çıkarırken ne demek istediğini anlamamıştım. "Anlayamadım" Titreyen sesime mani olamazken acı bir tebessüm dudaklarında can buldu. "İşine son veriyorum" Gözlerim şaşkınlıkla açılırken boğazımda bir yumru vardı, yutkunamıyordum. "A-Ama.." Bütün sözcükler beni terk edip gitmişti sanki. Öyle tükenmiş öyle yoktum. "Soranlara da savcı beye yaptığın saygısızlığı öne sürerim, sen üzülme. Kimse kaçtığını bilmeyecek. " Oturduğum yerden hızla kalkarken "Yapamam!" Dediğimde benim ile birlikte ayaklandı. "Hücrede ne işin vardı kızım?" Bisikletten düşersin o anın sıcağında ağrısını hissetmezsin ya, bu soru da benim için öyleydi. Soru gelene kadar cevabını aramadığım, arasamda sorgulamaya çalışmadığım bir gerçek boğazımda yumruydu şimdi. "Ali'yi görmek için savcı beye saygısızlık etmenden bahsetmiyorum bile. Bu yaşıma kadar çok şey gördüm, yaşadım. Hayatın gizemini çözmeyi başardın mı diye sorarsan, hayır. Ama insanları çözdüm, üstelik daha onlar bile farkına varmadan yüreklerini de çözmenin yeteneğini bahşetti bana bu duvarlar ve içindekiler. Demem o ki; ölüm ile körebe oynanmaz kızım. Yol yakınken kaçabildiğin kadar kaçmalısın. Sana bir şans veriyorum, arkana bile bakma" dediğinde ayaklarım benden bağımsız hareket etmişti. Elimi ağzıma götürüp hıçkırığımı bastırırken hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp odadan kendimi dışarı attım. Soğuk duvarlarda yankılanan topuk seslerim bu defa kaçarken ses çıkarıyordu. Arkamı dönmeyi bir saniye bile düşünmeden büyük attım adımlarımı. Kara gözlü delikanlının hüzünlü bakışlarını ve ölüm kokan sözlerini arkamda bıraktım. Boğazındaki ip ile onu yalnız bırakırken bir an bile tereddüt etmedim.

***

Bu sırada acı bir tebessümü yüzüne oturtmuş adam karanlık hücresinde bir türkü mırılanıyordu..

Ben seni nasıl sarıp nasıl seveyim hayalimde düşümde...

"Gitti mi?" Diye sordu karanlık hücresine ışığın sızdığı küçük pencereden bakarken.

"Gitti" Elleri ceplerinde demirlere yaslanan adam hüzünlüydü ve devam etti.

"Şart mıydı Ali?" Esmer adamın tepkisizliği boğazında bir yumru olmuştu şimdi.

"Yarını belirsiz olandan daha kötüsü nedir bilir misin? Yarının sana ne getireceğini bilmek. Çoktan kaderi çizilmiş bir adamın çaresizliğine kimseyi mahkûm etmeye hakkım yok."

"Yine de ona sormadın"

"Aslında sordum ve cevabını hiç sevmedim."

"Akşam yemekten sonra koğuşuna geri götürüleceksin"

Başını belli belirsiz sallayan esmer adama son kez bakıp arkasını döndü müdür. Ayak sesleri uzaklaşırken dakikalardır tuttuğu nefesini dışarıya bıraktı. Gözlerindeki tek bir damla yaş özgürlüğüne kavuşup yanaklarından süzülürken başını dizlerinin arasına koyup sarsılarak ağladı.


***

Kaçıncı sabahın güneşi odasının penceresinden içeriye girdiğini bilmiyordu. Ama kaç kabusun geceleri ona eşlik ettiğini biliyordu. Ve bütün kabuslarında Ali'nin sıcak nefesi dudaklarına çarparken kavuşmadan uzaklaşıyor, ruhu çekilmiş beyaz yüzü ile dar ağacında sallanıyordu. Çığlık çığlığa uyandığı her geceye odasının duvarları şahit oluyordu.
Amcası ara sıra uğrayıp iyi olup olmadığını kontrol ediyor, daha sonra ağzını bıçak bile açmayan yeğenine hüzünle bakıp çaresizce çıkıp gidiyordu. Pişmanlık bütün hücrelerini sarmış olsa da zamanı geriye çevirip mesleğini yapsın diye izin verdiği bu işi engelleyemiyordu. Zira olan olmuş, kızım diyerek gözünün içine baktığı yeğeninin ruhu can çekişirken çaresizce izmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.

Bu kadar etkileneceği aklına gelmemiş muhtemelen işini yapamadığı, iyi bir doktor olmadığını düşündüğü için kendini kapattığını düşünüyordu. Zamanla düzeleceğini bildiği için üstüne gitmedi. Ama her geçen gün biraz daha endişe tohumları içini kemiriyordu.

Yatağından zorlukla bedenini kaldırıp aynadaki aksine baktı. Hoşuna gitmeyen görüntü ile yüzünü buruştup bakışlarını kaçırdığında rafta gördüğü kitap ile sertçe yutkundu. Midesine bir yumruk yemiş gibi kasılırken midesini tutup klozetin önüne kendini zorlukla attı. Öğürme sesi ve hıçkırıkları banyoda yankı yaparken bedeninin ona ne demek istediğini anlayamıyordu. Tek istediği Ali'nin tebessümlü yüzünü bir kere daha görmekti.

Bunu neden istediğini sorgulamadı, kaçabildiği kadar kaçmak istedi. Lâkin bedeni aynı fikirde değildi. Bu sebeple olsa gerek. Günlerdir yatağından çıkamıyor, kabusları onu rahat bırakmıyordu. Sanki beyni ona bir şey söylemeye çalışıyor ama o anlamamak için direniyordu. Direnmeye de devam edecekti. Zira müdürün de dediği gibi; ölüm ile körebe oynayamazdı. Zaten bu oyunda her zaman ölüm galip gelirdi.
Bir kere daha mağlup olmaya niyeti yoktu.
Biliyordu, bu bir süreçti ve geçecekti.
Geçecekti, öyle değil mi?


Yorumlarınızı eksik etmeyin ne olur.
Gerçekten hiç içime sinmedi. 🥺 Düşüncelerinize göre, ya kalır ya da yenisini yazarım...

İleride kitap olacak bir eser mahkûm. Bu sebeple belki de bu kadar ince düşünüyorum. Bana başka bir göz lazım. Teşekkürler ☺️🙏🏼







Mahkûm Where stories live. Discover now