2 (1/2)

426 37 26
                                    

H: Yargılamaya son verildi.

Bu sözleri sanki salonda kerelerce tekrarlanıyordu. Nazif'in kulakları uğuldamaya başladı.

H: Gereği düşünüldü.

Nazif ayağa kalktı. Artık ömrünün kararını veriyorlardı.
Ya ölüm ya yaşamdı, bu çile bitsindi artık.

Geleceği daha beter günleri bilmeden söylüyordu bunları.
Bu gün verilecek kararla ölürse bir kere ölecekti ama eğer yaşarsa bin kere ölecekti...

H: Suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması ve delil yetersizliği sebebiyle Nazif Kara'nın beraatine karar verilmiştir.

Hakime hanımın söylediklerini kırılan kalem sesi takip etti.
Kalbi başka atmaya başlamıştı. Bu cümleleri daha önce duymuştu ama bu daha başkaydı. Afta çıkmak demek sıkıntısız özgürlük demekti onun için. Daha fazla ayakta duramadı, titriyordu ayakları. Aklına onu bekleyen karısı ve çocukları geldi, kim bilir ne kadar çok sevineceklerdi. Yerine oturduktan sonra gözünden birkaç damla yaş süzüldü. İşte saf mutluluk buydu, daha önce en son sevdiğine kavuştuğunda evlatlarını kucağına aldığında böyle hissetmişti. "Şükür, çok şükür" neredeyse hiç çıkmayan sesle söylemişti bunları.

H: Gözünüz aydın Nazif Bey.
Nazifin az önce ümitsizlikten biçare düşen gözleri şimdi ışıl ışıldı.
N: Allah razı olsun Hakime Hanım, beni sevdiklerime kavuşturduğunuz gibi Allah da sizi sevdiklerinize kavuştursun.

Hakime hanım gülümsedi. Bu davanın böylesine uzaması onun adalet ve merhametini bi hayli zorlamıştı. Daha önce de davalarına çıktığından kerelerce dinledi bu olayı. Eksik yerler vardı ama Nazif'ten yana değildi artık bunu anlamıştı, birileri bir eksik verdirtiyordu... Muhakkak bir iş vardı ama kendince en adaletli kararı vermişti. Bir cezayı hakkediyor mu bilmiyordu ama asla idamı hakketmiyordu. Nazif'in söylediğine karşılık "Amin" diyivermişti.
Artık burdan çıkmanın vaktiydi. Jandarmalar kelepçe takmamışlardı bu sefer, işte seneler evvel girdiği bu kafesin ilk demiri kırıldı.

Nazif çıkmadan önce yüksek makam odadan çıkmıştı. Jülide'nin yüzü güldüğünden beraati anlamıştı Ali Rahmet. Onun da kalbine mutluluk yerleşmişti. Gülen yüzle, gözleri kapıda dostunu bekliyordu.
"Kibar'ım !" Kollarını gerdi yavaşça. Nazif gülümsemesinin tozunu silercesine dolu dolu gülümsüyordu şimdi kara gözlü dostuna.
" Aşık! " adımladılar birbirlerine, sarıldılar...
Şöyle bir açılıp birbirlerini süzdüler. "İyisin iyi !" Nazif'in omuzlarına vurdu Ali Rahmet.
"Seni gördüm daha iyi oldum."

On sene boyunca aynı koğuşta aynı ranzada yatıp kalkmışlardı, her hallerini biliyorlardı birbirlerinin, tek bir hâl hariç: şu an bulundukları hâl... Bütün sıkıntıları omuzlarından kanatlanıp gitmişti ikisinin de.

A: Bunca zaman neredeydin ? Neler oldu, nasıl düştün buralara ?
Biraz kaygıyla sormuştu bunları, alacağı cevaptan korktu.
N: Anlatacağım hepsini, tek tek. Sen iyi misin ?
A: İyiyim iyiyim.
Yaklaştı arkadaşına, " Bundan sonra da daha iyi olacağım "

Jandarmalar Nazif'in yanına yaklaşınca artık ayrılma vakti gelmişti.
A: Seni tekrar İstanbul'a mı götürecekler ?
N: Bilmiyorum.
J: Adana'da kalacak dedi Savcı Hanım
A: Yarın salıcaklar seni demek. Artık son ayrı gün desene !
N: Öyle.
A: Yarın seni ben almaya geleceğim.
N: Zahmet olmasın
A: Duymamış olayım, o ne demek öyle ! Sen çıkacaksın. Benim dostum, sırdaşım, yandaşım Adana'da olacak, Ali Rahmet Fekeli yanına gelmeyecek !

Tespih olan elini sallaya sallaya söyledi bunları. Nazif güldü. Jandarmaların yanında yürümeye başladı. Ayrı kalacakları son gündü.
N: Allah'a emanet Ali Rahmet
A: Sen de Kibar, sen de Allah'a emanet ol !

Bir Zamanlar Çukurova'daWhere stories live. Discover now