on yedi

216 26 130
                                    

"Cadence."

Harry'nin adımı yumuşak bir fısıltıyla söylemesi göz kapaklarımı aralamamı sağladı. Kirpiklerimi kırpıştırıp nerede olduğumu anlamaya çalışırcasına etrafıma baktığımda ilk başta büyük bir sessizlik balonunun içine sıkışmışım gibi hissettim. Ardından Harry'nin kamyonetinin boğuk bir vızıltı halinde çalışan, içeriye toz ve sigara dumanıyla karışık ağır, yapış yapış bir hava üfleyen ısıtıcısının sesini duydum.

Alnımı yasladığım soğuk camdan kaldırıp önce Harry'nin omzumda belli belirsiz bir dokunuş bırakan eline baktım. Sonra da yüzüne. Loş karanlıkta yüz hatlarına düşen sokak lambasının ışığı suratına farklı dörtgenlerden oluşan, bazıları oldukça biçimsiz gölgelerle kaplı koyu bir perde düşürüyordu. Eline baktığımı görünce bunu yapmasından rahatsız olabileceğim -öyle bir durum söz konusu olmadığı halde- ihtimali aklına yeni gelmiş gibi suçlu bir sessizliğe gömülerek kendini geri çekti. Kirpiklerimin uç kısımlarına tonlarca ağırlık bağlanmış ve uyku mahmurluğundan sersemlemiş halde uyanmaya çalışırken Harry sabırla bir eli direksiyonda, öteki elini de dizinin üstüne çekip bekledi.

Koltukta oturuyor olmama rağmen eğik bir şekilde cama doğru yattığım için doğruldum. Vücudum yorgunluktan ve saçma sapan saatlerde uyuyakalıp tekrar uyanmaya çalışmaktan hamur gibi olmuş, ağırlaşmıştı. Buğulu pencereden dışarı baktığımda Wren ve Camilla'nın apartmanının birkaç adım ötesindeki çöp kutusunun hemen arkasında park ettiğimizi anladım. Ancak Harry uykudan sersemlemiş bir vaziyette nerede olduğumuzu anlama çabamı fark edip, "Seni eve getirdim," diyerek ayrıca belirtme gereği duymuştu.

Ellerimden güç alıp dik oturdum. Arabaya nasıl geldiğimi hiçbir şekilde hatırlamıyordum. En son gözlerimi kapattığımda Harry ve arkadaşlarının giyinmek için kullandıkları, kapısında buruşuk, makasla değil de bildiğimiz el yordamıyla yırtıldığı her halinden belli olan bir kâğıdın üzerine siyah bir keçeli kalemle uyarıcı nitelikteki "PERSONEL HARİCİ GİRMEK YASAKTIR!" ifadesinin tamamının büyük harflerle yazılmış olduğu odadaydım. Koltuğa uzandığımda uyuyacağımı biliyordum ama bunu yaparken kalkıp arabaya kadar geldiğimi, bindiğimi ve eve vardığımızda Harry beni uyandırıncaya kadar kalkmayacağım kadar derin bir uykuda olabileceğimi ummuyordum.

"Hâlâ aynı gündeyiz, değil mi?"

Harry bu soruma karşılık güldü. Koca ara sokakta bizden başka hiç kimse ve hiçbir şey yoktu. Kaldırımın üzerinde, apartmanların girişindeki üç-dört basamaklı küçük merdivenlerde, sokak köşelerindeki mahalle sakinlerinin kendi imkânlarıyla alıp içlerini mutlaka dolu bırakmaya özen gösterdikleri mama kaplarının olduğu taraflarda bir kedi bile gezinmiyordu. Birçok apartmandaki dairelerin ışıkları çoktan kapalıydı. Çok geç bir saatte olmalıydık. Sokağı yalnızca sokak lambalarından yayılan o soluk turuncu ışıkların bir köşesi diğerinden daha uzun veya eşit ölçülerdeki koyu renk gölgeleri dolduruyordu.

"Teknik olarak ertesi günün ilk saatlerindeyiz," dedi Harry. Ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp saate baktı. Bunu yaparken ekranın ışığının yüzünü aydınlatıp, geri kilitlediğinde tekrar gölgelerin düşmesini izledim. "Saat neredeyse iki buçuk."

Kaşlarımı çatıp homurdanarak konuştum. "Kaç saattir uyuyorum?"

"Bilmiyorum. Koltuğa uzandığından beri gözünü hiç açmadın. Birkaç defa içeri Arlo girdi, gürültü çıkartmaması gerektiğini söylediğim halde buna pek  uymadı ama sen hiçbirine uyanmadın."

Gözlerimi kapattım. Tanrım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Ne bir gürültü duyduğumu ne de başka bir şeyi... Gözümü hiç açmadıysam -ki bunu ben de doğrulayabilirdim- arabaya nasıl bindiğime dair tek bir açıklama olabilirdi.

Evermore || stylesWhere stories live. Discover now