otuz sekiz

1.1K 50 0
                                    

.38.

*

       Derin bir nefes alarak ellerimi dayadığım lavabodan çektim ve içime işleyen soğuğa karşılık bir kez daha ayların ardından baktığım kırık aynanın karşısında gözlerimi sımsıkı kapattım. Buz patenine ilk başladığımda henüz sekiz yaşımdaydım, belediye o zaman semtimizdeki boş bir arsaya çocuklar için bir buz pateni sahası yapmıştı; abim beni zorla çok eğleneceğiz diye sürükleyerek götürdüğünde ilk defa o zaman buz üstüne çıkmıştım.

Doğuştan hiçbir şeyde yetenekli biri olmadığımı düşünmüştüm her zaman, özellikle okulun ve sınıf arkadaşlarımın bilmeksizin üzerimde kurduğu baskı nedeniyle, bir de öğretmenler vardı tabii; bana bakıp en yüksek notları aldığımı ama ruhumun olmadığını söyleyen o, eğitimciler.

Düz çizgi çizemezdim, çöp adamlarım bile her zaman yamuk yumuk olurdu; çizgileri sürekli taşırır ve kağıtların kenarlarını stresle kıvırırdım; bir müzik aleti çalamıyordum, odamın bir köşesinde süs gibi duran akustik gitarın önünden her gün umursamazca geçerdim; yazı yazmaktan hoşlanmazdım, ilhamla gelen betimleme yeteneğim de yoktu. Buz pateni dışında herhangi bir sporda da iyi değildim.

Ben aslında oldukça beceriksiz bir insandım.

Hayır. Beceriksiz değil. Benim hiçbir şey için hevesim yoktu. Buna zaman için de herkes yeteneğimin olmadığını söyleyip geçmişti ama insanın içinde en ufak bir hevesinin, hırs kırıntısının ya da yanıp tutuşmak için onu yanı başında bekleyen bir kibrit çöpü olmayınca sadece yatağına uzanıp tavanını seyretmek geliyordu içinden. Buna yeteneksizlik demişlerdi. Bilmiyordum, daha önce hiç denememiştim kendimi bir şeyde geliştirmeyi.

Hiçbir şeye o kadar önem vermemiştim. Hiçbir şey benim için o kadar önemli olmamıştı.

Artistik bu pateni dışında.

Halil Hoca, o zaman evimizin yakınlarındaki buz sahasında çalışmalara başlayacak olan bir kulübe yeni gelmiş bir antrenör yardımcısıydı. O gün o, küçük buz pateni sahasında tanışmıştık ve sonrasında da Demir, beni kulübe götürmüştü. O gün pek bir şey anlamamıştım ben, sadece buz üzerinde uçarcasına hızla kaymak çok hoşuma gitmişti, bu ufak hissin yuvarlanıp nasıl bir çığa dönüşeceğinden hiç haberim yoktu.

İki yıl boyunca Demir, beni haftada iki kere sahaya götürüp geri getirdi ve o iki sene boyunca oraya gelen her bir çocuktan çok daha hızlı geliştim. İlk atlayışımı yaptığımda Demir'in nasıl beni alkışlayıp ıslıklar çaldığını ve ardından da bana döner ısmarladığını asla unutamıyorum mesela.

Bir süre sonra okulunun sıklaşması nedeniyle tek başıma gidip gelmeye başlamıştım. Yarışmalar başladığında ise yavaş yavaş birincilik madalyaları odamı doldurmaya başlamıştı, ama hiç fotoğrafım yoktu, kazandığım onlarca yarışmadan benim çekilmiş bir fotoğrafım bile yoktu evimizde. Çünkü beni kimse izlemeye gelmemişti, kimse bana tezahürat yapmamıştı ve kimse benim için işinden izin alıp desteklemek için bile orada bulunmamıştı.

Bana Kara Tilki derlerdi, adımı kutup tilkisinden alırdım; sürü hâlinde yaşamak yerine partnerleriyle ömürlerini geçiren yalnız canlılardı onlar da tıpkı benim gibi. Bunun yanında takım arkadaşlarımın hepsiyle iyi anlaşamazdım, ardımdan bana takılan lakaplar bununla asla sınırlı kalmamıştı, her ne kadar barışı koruma zorunluluğumuz olsa da rekabetimizi söndüremiyorduk.

Başkent Kupası'nda düşüp üçüncülük madalyamı almaya bile gidemediğim zamanlar geçtiğinde bir kere, ama sadece bir kere bu sahaya geri gelmiştim. Denemek için. Sadece denemek istemiştim, o zamanlar henüz kolum yeni iyileşmişti ve ben dengemi kurabildiğimi düşünüyordum ama kuramamıştım.

Tekrardan üçlü axel denerken yeri boyladığımda öfkelenerek geri kalkmıştım ve yapana kadar saatlerce denemiştim. Sonunda yapmıştım da yapmıştım ama bu sadece kolumun durumunu çok daha kötü hâle getirmişti bu yüzden bir süre uzak kalmıştım buzdan, bir süre sonra ise yavaş yavaş ellerimden kayıp gitmişti hevesim bir şekilde.

Devam etmek istemediğimden değildi, hayır, düşmeye korktuğumdan ve bir kere daha kaybedeceğim düşüncesinin beni ele geçirip zehirlemesini istemediğimdendi.

Ve ben, Deniz Koral, aylar sonra tekrardan pistin kız soyunma odasındaki lavabonun karşısında kendime kendimi anlatmaya çalışıyordum. 

Hazır mıydım?

Ya düşersem ne olacaktı? Gediz, düşmeme izin vermeyeceğini söyledi ama kendisi buzun üstünde bile duramıyor. Düşersem ne olacaktı? Ne olurdu? Ne olurdu?

Derin bir nefes alarak gözlerimi yavaşça araladım, "Sakin ol Deniz," diye mırıldanarak dudaklarımı ıslattım ve patenlerimin üzerine doğru tozluklarımı indirip gerinerek dikleştim, başımı kaldırdım ve ağır adımlarla soyunma odasından çıkıp koridorda piste çıkmak için yürümeye başladım.

Bilerek Gediz'den önce gelmiştim ki Halil Hoca'yla ne yapacağımızın planlaması yapalım diye. İlk hedefimiz hep olduğu gibi bölge yarışmalarıydı, henüz ekim bittiği için önce kondisyonumun nasıl olduğuna bakacaktık; ardındansa bir çalışma programı düzenleyecektik sonraki sene yarışmalara katılabileyim diye.

Diğerlerinden oldukça geride kalmıştım, altı aylık boşluk benim bir buçuk yılıma tekabül etmiş ve beni sıralamamda oldukça geriye atmıştı. Bu açığı yakın zamanda kapatıp kendimi geliştirmeye odaklanmalıydım. Hem de hemen.

Alana geldiğimde tribün koltuklarında oturmuş bir şekilde etrafı inceleyen Gediz'i gördüğümde gülümseyerek ona doğru ilerledim. Ayak seslerimi duyarak kafasını kaldırdı ve hızlıca bana döndü, normalinden oldukça farklı göründüğümü fark ettiğinde hızlıca süzdü beni ve gülüşü yüzünde büyürken dudaklarını ıslattı.

"Çok güzel olmuşsun,"

Gülerek yanına yaklaştım ve piste çıkış kapısını açıp kenara sabitledim, "Çok teşekkürler, sen de fena görünmüyorsun."

Kafasını sallayarak ağırca ayağa kalktı ve ellerini beline koydu, "Ne yapıyoruz?"

Sırıtarak geriye doğru adımladım ve piste çıkış kapısına doğru hızlıca ilerleyerek kendimi birden buza bıraktım. Ellerimi üzerimdeki koyu kalın taytın ceplerine sokarken sahanın çevresinde tur atmaya başladım. O kadar güzel hissettiriyordu ki o kadar özgür hissediyordum ki...

Soğuk havanın tenime vuruşu, saçlarımın ardıma doğru uçuşları ve kimsenin beni durduramayacağını, sonsuza kadar böyle devam edebileceğim düşüncesi. O kadar sıcaktı ki bu düşünceler benim için, benim gibi bir buz küpünü bile eritebilirdi. 

Huzurluydum. Belki de uzun zamandan sonra gerçekten kendim için bir şey yapıyormuş gibi hissediyordum, uzun zamandan sonra gerçek dünyaya ve ait olduğum yere geri dönmüş gibi hissediyordum.

Pistte hızla birkaç turun ardından ısındığımı düşünerek kapının önünde durdum ve bana gözlerini kocaman açmış bir şekilde bakan Gediz'i gördüğümde kahkaha atarak elimi ona doğru uzattım.

"Tırstın mı?"

Gözlerini buz pistinden bana doğru çevirirken kafasını aşağı yukarı salladı, "Saatte iki yüz kilometre hızla gidiyorsun Deniz, tabii ki tırstım," diyerek elimi tuttu ve onu buz pistine çektim hızlıca.






*

Buz Gibi | Texting  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now