Bölüm 25: Parçalanmış Prenses

11.5K 982 9.6K
                                    

⭒ Parçalanmış Prenses ⭒♕

♫ Gravitational Forces (slowed + reverb)

Elna'yı daha hayatım yeni başlarken kaybetmek, ardından annemin gitmesi, Eira'nın ölümü ve son olarak da Miras'la Pawrin'in kaybı, bana acıyla nasıl başa çıkmam gerektiğini defalarca kez öğretmişti. Yasın bilmediğim yolu, aramadığım devası kalmamıştı. Toplamda üç yol vardı.

Üç geçerli yol.

Birinci yol unutmaktı. Yaşadıklarını kabullenerek zamana bırakmak ve başka şeylere odaklanmaktı. İyileşmesini bekleyene kadar yüzeye çıkarmamaktı. Kalbinin en derinlerine gömmek, canınızı yakmasını engellemeye çalışırken acıyı yaşamayı unutmaktı. Asla tam olarak o acıyı unutamazdınız ama en azından bir kısmını saklayabilirdiniz. Yok sayabilirdiniz. Hayatınızın devamına odaklanır, uzun bir uykuyla gerçeklikten kaçardınız. Siz yaranın çoğunu onarırken bazılarının izleri kalırdı. Her yara iyileşmediği gibi, her anı silinmezdi.

İkinci yol hiçbir şey hissetmemekti. Ne acıyı ne de kaybı düşünmek, kalbinizi ve zihninizi tüm duygulara kapatmaktı. Bir noktada delilik de denebilirdi buna çünkü böyle bir insana dönüşmek için akıl sağlığınızı yitirmeniz gerekirdi. Hoş, aklınızın yerinde olması size sonu gelmez bir acıdan başka bir şey vadetmiyorsa tercih edilmesi mantıklıydı. Nasıl olsa insanlar yasta olan birini görmek yerine duygusuz bir hayalete bakmayı tercih ederdi. İnsan ırkı her zaman acıyla yüzleşmekten kaçınırdı. Acı içinde olanın kendileri ya da karşılarındaki olması onlar için bir şey değiştirmezdi, sadece uğraşmak istemezlerdi. Diğerlerinin acılarını görmezden gelmek, onlara yardım etmekten daha kolaydı.

Üçüncüsü ise intikamdı. Son bir kaçış yolu. Bir daha asla böyle bir şey yaşamayacağını garanti altına almak için kabul edilmiş bir yol. Sizin tek bir hedefe odaklanmanızı sağlar, diğer her şeyi bir kenara iterdi. İntikam için yaşardınız çünkü bu duygu tüm benliğinizi sarıp ele geçirirdi. Tarihteki yeri de köklüydü bu yolun. Tüm dönüm noktalarının ve olayların temeliydi. İntikam için tahtlar kana bulanmış, taçlar sahipsiz kalmış, kılıçlar kırılmıştı. Nice masumlar da suçluların yanında kaybedilmişti.

Babamın öldüğünü duyduktan sonra adeta göğsümden bir ok geçti. Tam kalbimden başlayan sızı hızla bir şimşek gibi tüm vücuduma yayıldı. Damarlarım yanıyor, ellerim titriyordu. Göğsüm daralırken her şey, sanki bir fırtınanın ortasında kalmışım gibi etrafımda dönüyordu. Nefes alamıyor ve düşünemiyordum.

Ağzımdan çıkan ilk soru ''Nasıl?'' oldu.

Bir kelime bile olsa bunu başarabilmem son derece inanılmazdı. Nathan düşeceğimi veya bayılacağımı zannediyor olmalıydı çünkü hızla yanıma koşmuş, bedenini bir kalkan gibi germişti. Elleri iki yana açıktı. Gözlerini üzerimde hissedebiliyorum. Ben Uskal'la yüz yüze bakarken o, tam arkamda duruyordu.

O sırada gerçekten de bayılmayı istediğimi fark ettim. Bilincimi kaybetseydim tüm bunlardan kaçabilirdim. Zihnimi kapatmamın tek yolu buysa, duvara kafa atmaya veya pencereden aşağı atlamaya bile hazırdım. Kederden, hüzünden, trajediden ve kaybetmekten yorulmuş zihnim için muazzam bir kaçış olurdu. Ancak bunun için fazla güçlüydüm. Zihnim, zannettiğimden ve umut ettiğimden daha dayanıklıydı çünkü acıyla o kadar fazla antrenman yapmıştı ki kolay kolay yıkılmıyordu.

''Zehirlenmiş, Majesteleri,'' dedi Uskal kayıtsız bir ses tonuyla. ''Sabah kahvaltısına bir şeylerin katıldığını düşünüyoruz. Tüm saray halkı sorgulanmaya alındı. Kesin bir cevap almadan size söylemek istemedik.'' Endişeyle yüzüme bakıyor, tepki vermemi veya en azından bir şeyler söylememi bekliyordu. Emirler vermeliydim. Bir prenses, hayır. Bir kraliçe kontrolü eline almak zorundaydı. Ancak şu an üzerimde gezindiğini hissettiğim bakışlar hayranlık yüklü değildi, bana acıyarak bakıyorlardı.

Acıların Hükümdarı (Wisteria 2)Where stories live. Discover now