$two pairs of tangerines

281 7 24
                                    

Hiç günün ilk saatleri güneş ışınları odanızı ılık ve nadide bir şekilde ısıtırken yatağa gömülme hissini yaşadığınız oldu mu ? Ama yaşadığınız bu hissiyat Vücudunuzun rahatça gevşemesinden değil, odanızda oluşan ritimsiz ve kulağa hoş gelmeyen ses birliğinden oluşuyor. Gitarın tellerinin birbirine sert bir şekilde sürtmesine karşın çıkan uyumsuz ve dengesiz sesler, acınası kulaklarımı arsızca sömürüyordu. İki elimi kulaklarıma doğru götürüp sıktım.

"Min-hae.. Kes şunu !"

Kafasını ileri geri hızlı bir şekilde sallıyor, ellerini gitarın teline vurmaktan çekinmiyordu.

"Ah gerçekten. Min Hae!"

Duymadığı belliydi. Öfkeme yenilip ayağa kalktığımda, Min-hae'nin bir hışımla üstüne yürüdüm. Ona doğru ilerlediğimde, ayakları Michael Jackson'dan feyz almış gibi geri geri yürüdü. Ve ellerini son kez tellere uzun ritimli vurarak son verdi. Elinde ki gitarı alıp büyük kısmını koluna vurduğum da kıkırdamaktan kendini alıkoyamamıştı.

"Tam bir baş ağrısısın!"

Elini omzuma koymuş, iki kez patpatlamıştı.

"Bu daha bir ön gösteri. İki gün sonra Üniversiteye başladığında filmin tadını almaya başlayacaksın."

Alaycı tavrımı sergileyerek kollarımı kavuşturmuş, yüzüne karşın söylenmeye başlamıştım.

"Yanılıyorsun, benim filmim senin gitarın kadar varoş değil."

Onun hassas noktası, kendisine ait gitarıydı. Onu sever, değer verirdi. Zarar gelsin istemezdi. Onun için kıymetli ve naif bir parçaydı. Odasında onun için ayrılmış bir bölümü bile bulunuyordu. Odanın köşesinde rafına sıraca dizilmiş albümleri, araya karışmış Rock CD'leri üstüne kabaca tasfirlenmis biçimi eğimli yazılar onun için anlamlıydı.

"Varoş ha! Varoş öyle mi ?!"

Kafamı eğip güldüğümde beni ciddiye almaması gerektiğini ima etmiştim. Fakat siniri bunu algılayamayacak kadar büyüktü. Elimden gitarı hızlıca aldı. Konuşmasını büyük kibiriyle süsledi.

"Gitarıma imreniyorsun."

"Eğer ki imrenseydim şuan elindeki gitar benim olurdu."

Sanırım bu sabah fazla zorbalanmıştı. Gücüne gittiği belliydi. Tahammül edemeyip odadan çıktı.

Onun da dediği gibi bir kaç gün sonra üniversite serüvenimin son senesi nihayetinde başlıyordu. Sahi çiçekçi dükkanımı aksatmaya şunun şurasında ne kalmıştı ? Evet ufakta olsa kıyıda köşede birikimim bulunsun diye açtığım bir dükkanım vardı. İlk açtığım zamanlarda buna biraz gocunan Han-na olmuştu."Sence de daha kazançlı bir iş bulsan olmaz mıydı ?" Diye sitem etsede diğer işleri yaptığımda mutsuz olacağımı biliyordu. O yüzden fazla sesini çıkartmamıştı. Min-hae içinse pekte mühim bir mesele olmamıştı. O sadece açtığıma sevinmiş, bize fayda sağlayacak gelirin mutluluğuyla yetinmişti. Gerçi biraz da para düşkünüydü. Onun için para nereden gelirse gelsin, önemli değildi. İşin ucunda bir yerlerde para yatıyorsa evet, Onun için her türlü yol mübahtı artık. O işten kaçınmazdı ne kadar çabalasada sabrını zorlar, evirir çevirir parayı cebine atmayı bir türlü becerirdi.

Aşağı indiğimde Han-na'nın ekrana gözünü kısarak kitlendiğini gördüm. Gözleri dikkatlice ekranda dolaşıyor, oyunun verdiği kazanma hırsıyla karşısında ki oyuncuyu alt etmeye çalışıyordu. Elinde ki oyun konsoluna sertçe basıyor, ağzından oyuna dair kendince söyleniyordu.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 06 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

•Fioritta Where stories live. Discover now