xxɪɪ

749 83 336
                                    

Zarfı aldı ve içeri girdi. Mühürlenmiş kısmı yırttı. "Kim bunu bu kadar mühürlemeye uğraştı?" dedi kendi kendine. Zarfın içindeki kağıdı açtı ve okumaya başladı.

Köprünün altında buluşalım.

Kaşlarını çattı. Bu neydi şimdi? Üstünde kimden geldiğine dair de bir şeyler yazmıyordu. "Umarım birisi benimle sikik bir oyun oynamıyordur. Yoksa onu gerçekten mahvederim." Odasına gitti ve onu yaralanmalara karşı koruyan kıyafetini giydi. Bu tamamen bir koruma sağlamıyordu fakat yaralanmayı minimum düzeye indiriyordu.

Son olarak meşhur şapkasını da kafasına geçirdi. Mektubu uzun paltosunun cebine attı, deri botlarını giydi ve dışarı çıkıp kapıyı kilitledi.

Burda tek bir köprü vardı, "Aşıklar köprüsü." Köprünün isminin geldiği bir efsaneden bahsedilirdi yıllardır. Chuuya yolda yürürken bu efsaneyi tekrar hatırladı.

Efsaneye göre bu köprüde, ailesi yüzünden evlenmeleri engellenmiş birbirine aşık iki genç gizlice buluşurlarmış. Bir gün artık bu baskıya dayanamayıp, kaçmaya karar vermişler. Fakat aileleri ve şehir bekçileri onlar kaçarken onları bu köprüde yakalamış.

İlk seçenekte, çocuk kız kaçırmaktan hapse girecek ve kızı bir daha göremeyecekti. Kız da onu göremeyecekti. İkinci seçenek ise, intihar.

Ve bu iki genç, birbirleri olmadan yaşayamayacağına karar verip diğer dünyada kavuşmak adına bu köprüden nehire atlamışlar, boğularak hayatlarına son vermişler.

Nedense bu hikaye üzülüp ağlayanların aksine hiçbir zaman Chuuya'yı derinden etkilememişti. Chuuya bu hikayeyi ilk dinlediğinde yüz ifadesinin hiçbir şekilde değişmediğini hatırlıyordu. Hatta çevresindekiler şaşırmıştı bile buna.

Sonunda köprüye vardığında, köprünün üstünde birisini fark etti. Bu kişi kendisini çağıran kişi olabilir miydi? Büyük ihtimalle o, diye düşündü Chuuya. Pelerini rüzgarda uçuşan adamın, uzun saçları da ona eşlik ediyordu.

Chuuya oraya doğru yürüdü ve adama yaklaştı. Adamı tanıyamamıştı arkası dönük olduğu için. "Hey!" dedi kendini belli etmek için.

"Ah, demek geldin Chuuya." Adam arkasını döndü, ona bakıp gülümsedi. Şaşkındı Chuuya. Bu adam onu ne diye çağırmıştı ki? Onu en son birkaç sene önce görmüştü. O zamandan beri çok değişmişti bu vampir fakat değişmeyen tek şey o yüzündeki palyaço sırıtışıydı.

"Nikolai, beni neden buraya çağırdın? Zarfı o kadar mühürlediğine göre önemli bir şeyler olmalı."

"Hmhm. Önemli." Köprünün demirlerine koydu kollarını Nikolai. Nehire baktı. Nehir esen rüzgarın etkisiyle hafif hafif dalgalanıyordu. Huzur verici su sesi sanki burda ölen gençlerin kahkahaları gibiydi.

Chuuya da onun yanına geçti ve nehiri izledi. "Fyodor? O ne yapıyor?"

"Fyodor çok kötü şeylere hazırlanıyor, Chuuya." Yüzü ciddileşmişti.

"Yine ne yapmaya karar verdi bu fare? En son birkaç sene önce bu tür şeylerle uğraşıyordu."

"Fyodor, insanlara saldırıyordu. Sonsuz insan kanı elde etmek gibi bir planı vardı ama suya düştü."

"Hatırlıyorum. Fyodor'un aptal planı."

"Deme öyle. Bence çok mantıklıydı."

İç çekti Chuuya. "Neyse ne! Neye hazırlanıyor bu fare şimdi?"

"Dazai ölecek, Chuuya."

Chuuya kafasını yavaşça Nikolai'ye çevirdi. "Ne?"

"Fyodor, Dazai'yi öldürecek. Dazai senin aileni katleden vampirleri arıyor ve bu vampirler Fyodor ile bağlantılı. Onların ölmesi Fyodor için iyi olmaz. Bu yüzden Dazai'yi öldürmeyi planlıyor."

ᴀᴠᴄɪ || shin soukokuWhere stories live. Discover now