Juliet

67 3 5
                                    


Onu en son askere gittiğinde bu kadar uzun zaman görmemiştim. Ama o vatani görevdi ve ben kalbime taş basıp sabretmiştim. Hem o zamanlar baya ufaktım. Aşk benim için; onun adını defterimin içine yazıp, üzerine kalpler çizdiğimde bile mutlu eden bir duyguydu. Ama şimdi aşk; onu başkasıyla düşünmeye bile katlanamayıp kendimi Çıkmaz'dan bile dışarı atacak can yakıcı geliyordu.

Ben ona heyecanla bakarken onun bakışları sertti. O an bulunduğumuz yerin farkına vardım.

Etraftaki kız çığlıklarını bastıran kalın erkek seslerini, kulağı sağır eden müziğe eşlik eden alkol kokusunu ve benim hiç tanımadığım bir adamın kollarında oluşumu hatırladım.

İçerideki karanlıkta kafası güzel insanlar anlamamış olabilirdi ama Ahmet Emir'in birazdan yığılacak kadar solgun ve bitkin olduğunu fark edebilecek kadar dikkatli bakıyordu. Biz ona doğru yaklaştıkça bakışları yumuşadı ama yeteri kadar değil.

Bahçeden çıkıp, yanına geldiğimizde açıklama yapmama fırsat vermeden; "Sarhoş mu?" Dedi.

"Hayır, daha kötü.."

Emir'in kolunu benden ayırıp kendi omuzuna koyarken manşetlerindeki kan lekesini fark etti.

Yüzü birden bana döndü. Sanırım anlamıştı, anlamadıysa da, benim "ilaçta içmiş!" dememle durumu çözdü.

Arabanın arka koltuğuna yatırdık. Ahmet ön tarafa oturmam için kapıyı açtı. "Bende arkada otursam iyi olur, başının yüksekte olması gerek."

Hoşuna gitmediğini belli eden bir bakışla açtığı kapıyı kapattı. Ben arkaya oturup, Emir'in başını kucağıma koydum. Ahmet arabaya oturduğunda aynadan bana huzursuz bir bakış attı ve sürmeye başladı. Bir süre sessizlik hakimdi arabaya. Ama Emir'in aklı bu haldeyken bile benden önce çalıştı.

"Hastaneye gidemem Juliet!"

Sesi öyle boğuk çıkmıştı ki, refleks olarak saçlarını okşadım. Tabi bu refleksim Ahmet'in gözünden kaçmadı. Aynadan Ahmet'e baktım ve çekinerek konuşmaya başladım. "Buralardaki hastaneler olmaz. Güvenli bir yere gitmemiz gerek." Kaşlarını çattı. "Neden, suçlu mu?"

"Hayır, sadece bazı skandallara sebep olabilir. Sonra ayrıntılı anlatırım. Ama şimdi hızlı olmalıyız."

Ahmet yüzüne yerleşen huysuzluğuyla düşündü bir süre, eline aldığı telefonunun tuşlarına bastı ve sonra beklediği haber gelmiş gibi fark edilir derecede hızlandı. Saat bir hayli geç

olduğundan sürat ve trafik konusunda sorun yaşamayacakmışız gibi duruyordu.

Emir'in vücudu artık korkutucu bir hal almıştı. Kucağımdaki artık o banyodaki adam değildi.

Nefes alışı hissedilir derecede zayıflamıştı. Özellikle sol bileğinden akan kan kendini iyiden iyiye belli ediyordu. Gözlerini kapatmış, uyuyor gibiydi. Ama bunun uyku değil baygınlık olduğunu anlayabiliyordum. Elimden bir şey gelmediği için dudaklarımı ısırıp, belli aralıklarla Ahmet'e daha hızlı gitmesini söylüyordum. Sanki daha hızlısı olacakmış gibi. Öyle süratli gidiyorduk ki, bundan daha hızlısı tren veya uçak olabilirdi.

Başımı ona doğru eğdiğimde avucumdaki saçlarını okşadığımı fark ettim. Ona farkında olmadan şefkat göstermem gülümsememi sağladı. Bir canı kaybetmeyi bile böylesine göze alamazken, doktor olduğumda nasıl davranacaktım kim bilir!

Ben gülümserken, onun kirpikleri ayrıldı. Mavi gözleri göz kapaklarını iterken, gözlerimin içine baktı sadece. Ben kendinde olmadığını düşünüp adını söyledim sessizce, sonra yavaşça dudakları aralandı. "Konuşuyor.. Ey parlak melek, konuş yine! Sen göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye. Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde.. Öylece bakıyorum güzel gözlerine.."

Ayçöreği Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin