Dans, Kedi Ve Puding

90 13 4
                                    

"Neden görüşmek istedin?" diye sordum o rahat koltuklardan birine geçip. Gülümsedi. Anlaşılan gece gerçekleşen minik kavgamızı unutmuştu.
"Bir şans daha istiyorum." dedi.
"Ne içi?"
"Klinikten ayrılmak istediğini söyledin. Bana bir şans daha ver. Beni sevmeni sağlayacağım." kararlı bir yüz ifadesinin üzerine o parlak gülüşünü yerleştirdi.
"Senin için zor bir görev olacak, ama madem bu kadar istiyorsun... Tamam. Seni sevmemi sağla hadi." dedim bunu başaramayacağını bile bile.
Kendimi tuhaf hissediyordum. Stresli ve endişeli gibiydim. Ama nedenini bilmiyordum, yalnızca hisler vardı, nedenleri yoktu.
Tekerlekli sandalyesinde kayarak masasının etrafından geçti ve karşıma geçti. "Seni doğru bir şekilde tanımam lazım. Seni yakından tanımak istiyorum."
"Yine mi tanışma?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
"Doğru dürüst bir tanışma. Bu sefer sende beni tanıyacaksın." heyecanlı görünüyordu.
"Gece olanları hatırlamıyordu değil mi?" dedim tüm heyecanını alt üst ederek.
Düşünmeye başladı.
"Gece mi...?" düşünmeye devam ederken aniden jeton düştü. "Biz karşılaştık mı?"
"Beni gece 1'de yanına çağırdın. Sonra bana bağırdın." dedim. Kaşlarını çatmış olanları düşünüyordu. "Sen hatırlıyorum ama bağırdığımı hatırlamıyorum."
"Her zaman iyi taraf hatırlanırken kötü taraf unutulur zaten." diye homurdandım.
Gülümsemesi büyüdü. "İyi taraf sen mi oluyorsun?"
"Kibirlisin."
Bana söylediği söz zihnimde yankılanınca kaşlarımı çattım. "Hayır. Lafın gelişi işte."
"Tamam." dedi bana imalı imalı bakarak.

"En sevdiğin renk ne?" diye sormaya başladı. Hafifçe güldüm.
"Bu ne? Anaokulu sorusu falan mı?"
"Minho, lütfen az biraz ciddileşir misin?"
Kanepede kıpırdandım. O an oturduğu sandalyenin rahat olmadığını düşündüm. Koltukta yana kaydım ama gelmesini teklif etmedim, sadece yana kaydım. Onun için kaydığımı anlamış olmalı ki hemen boşalan yere geçti. Suratında tatlı bir gülümseme vardı. Bu küçük hareketim onu sevindirmeye yetmişti. Kalbim bir an anlamsızca hızlandı.
Sorun neydi?
Neden hızlanmıştı ki kalbim?
Rahatsız edici hızda atan kalbimin sebebi, bana soracağı akıllıca sorulara cevabımın olmayacağını bilmemdi. En sevdiğim rengin ne olduğunu bile bilmiyordum. Yeşil mi? Mor mu? Yoksa siyah mı? Belki de mavidir?
En ufak bir fikrim bile yok. Kendimi tanımıyordum. Daha önce hiç düşünmemiştim, ben kimim diye. Sahi, ben kimdim?
Sadece Lee Minho.
23 yaşında, konservatuar okuyor. Üç kedisi var ve annesiyle yaşıyor. Hâlâ.
Bu bilgileri yeni tanıştığım Han bile biliyordu. Bunları herkes biliyordu. O halde benim Minho olmamın anlamı neydi ki?
"Tamam, rengi boş ver. Kendini üç kelimeyle tanımla." dedi hevesle kıpırdanan sincap.
"Kedi." dedim. "Dans... Ee...Puding!"
Üç kelime bulduğum için kendimle gurur duyarken Han gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Başarıyordu da.
"Ne var?" diye sordum heyecanım yok olunca.
Ellerini önünde paralel şekilde tutarak açıkladı. "Sevdiğin şeyleri değil, kendini tanımlamalısın."
Gözlerimi kırpıştırdım. En sonunda kendini tutamayarak kocaman gülümsedi. "Yapabilirsin!" dedi alay eder gibi. "Sadece üç kelimeyle tanımla kendini. Dans kalabilir, iki kelime daha söyle yeter."
Oturduğum yerde kıpırdanarak ona doğru döndüm ve başımı yana yatırıp düşündüm. "Dans..." diye mırıldandım düşünürken.
"Kişilik özelliği olabilir." dedi ve o da bana döndü. "Mesela kibir." ona boş bakışlarımı çevirince suratındaki gülüş silindi. "Şaka yapıyorum biliyorsun değil mi?" dedi.
"Şaka olmasaydı yaşıyor olmazdın zaten."
Bir kez daha kıpırdanarak benden uzaklaştı. "Her neyse, iki kelime daha." dedi kucağına bir yastık alıp ona sarılarak.
"Hmm..."
Bir süre ne söyleyeceğimi bekledi ancak tüm odayı bir sessizlik kaplamıştı.
"Hadi ama, aklına gelen ilk şeyi söyle işte!" diye bağırdı bir anda.
"Dans, kedi ve puding!" diye bağırdım ona.
Hüsrana uğramış yüzünü elleriyle kapadı ve sadece bağırdı.
"Sen puding misin?" dedi.
"İsterdim." dedim ona. Bana suratını kapatan parmaklarının arasından anlamayarak baktı.
Kabul edin, puding olmak harika bir fikirdi.
"Peki..." dedi kaşlarını çatmış bir şekilde. "Daha gerçekçi bir şey denemeye ne dersin?"
"Gerçekçi şeyleri sevmiyorum." dedim net bir şekilde.
"Ama sen gerçeksin." dedi ciddileşerek. "Ben de öyleyim. Pudingler de gerçek, kediler de. Onları seviyorsun değil mi?"
"Seviyorum." diye mırıldandım.
"Kendini seviyor musun?" diye sordu önemliymiş gibi.
"Bu beni kibirli yapardı." dedim.
"Tanrı aşkın, hayır yapmazdı!" dedi aniden sinirlenerek. "Aptalca bir şaka olduğunu söyledim, sen kibirli falan değilsin."
"Biliyorum." dedim onun aksine sessiz, sakin bir tonla.
"Güzel." dedi. O derin bir iç çekerken neden bu kadar büyük bir tepki verdiğini sorguladım kendi kendime.
"Şimdi." dedi sakin sesi. "İki kelime daha."

Yaklaşık on dakikadır sessizce düşünüyordum, hala düşünüyordum ve o neredeyse kriz geçiriyordu. Kucağındaki yastığa pençelerini ve dişlerini geçirmiş, sabırsızca bekliyordu.
"Iıı..." diye mırıldanınca sonunda bir şeyler söyleyeceğimi umarak elindeki yastığı kenara fırlattı ve pür dikkat bana odaklandı. Derin bir nefes verdim.
"Bulamadım." dedim. Gerçekten de bulamamıştım. Beni tanımlayan sadece üç kelime vardı, onlarda; dans, kedi ve puding.
"Dans, kedi ve puding işte, niye kabul etmiyorsun ki?" dedim kaşlarımı çatıp.
"Tamam." dedi kollarını iki yanına açarak ayağa kalkarken. "Sen bundan sonra dans, kedi ve pudingsin." dedi.
"Bana uyar." dedim umursamaz bir tavırla omzlarımı silkerek.
"Pudingler puding yiyemezler, Minho. En sevdiğin şeyden vaz mı geçiyorsun."
Bir süre düşündüm -bu sefer on dakika kadar uzun sürmedi, sadece birkaç saniye-
"Haklısın."
"Teşekkürler!" dedi yüksek bir sesle.
"O halde kedi olmak daha mantıklı." bu düşünceyle gülümsedim. "Düşünsene, patilerim olurdu." ellerimi kocaman açarak ona gösterdim.
"Sen salaksın." dedi beni takmayarak.
Ellerimi kendime çektim ve suratımdaki aptal gülüşü sildim.
"Affedersin. Ciddi değildim." dedi.
"Beni bu üç kelimeyle tanıdığına göre artık gidebilir miyim? Dur bir dakika, senden neden izin istiyorum ki?"
Koltuktan kalktım ve kapıya yöneldim.
"Bana trip mi atıyorsun?" dediğinde durdum ve ona döndüm.
"Sadece burda olmak zaman kaybı."
"Az önce mutlu görünüyordun. Sana salak derken ciddi değildim." ellerini saçlarına doladı. "Ahh, benim sorunum ne?" dedi iki adım geriye sendeleyerek. "Sürekli şaka adı altında bir şeyler söyleyip duruyorum. Ciddiyim. Özür dilerim."
Kalbim bir kez daha hızlandı, ama sebebi cevapsız soruları değildi. Öyleyse neden hızlanmıştı ki kalbim?
"Şakalarını kafama takmıyorum. Sen de kafana takma, çünkü kimse takmıyor." dedim ezberden okur gibi.
"O zaman niye soğuk davranıyorsun?" dedi.
"Çünkü kişiliğim bu. Üç kelime." dedim. "Soğuk, kalpsiz ve duygusuz." boğazımdaki koca yumruyu zorlukla yutkundum ve ona arkamı dönüp gittim.

Being At The Bottom | Minsung ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora