Bomba bir bölüm geldi ^_^
İyi okumalar...
Ege gideli bayağı oluyordu. Geçmek bilmeyen dakikaların neredeyse acı verdiği bir anda hapsolmuş gibiydim. Böyle zamanlarda hep kitaplara sığınırdım. Tıpkı şimdi olduğu gibi.... Bu seferki durağım Yıldız Gezgini idi.
Sürükleyici olduğu kadar düşünmeye teşvik ediyordu okuyucusunu: aslında her romanın hizmet etmesi gereken asli görevlerinden biri buydu fakat 'bu' dediğim şey maalesef yeni yazarların unuttuğu, eskilerin kaleminde bulduğum lezzetin ta kendisi idi.
Bir süre sonra bıraktım elimin altındaki romanı. Etrafı inceledim. Pencere kıyısındaki -ve bana göre kafedeki en güzel köşeydi- masaya çökmüş; yarıya gelen sıcak kakaom ve daha bir iki parça aldığım tarçınlı kekimle oturuyor, kimsenin uğramadığı bu yerde pinekliyordum.
Sessizliği sadece cama vuran yağmur damlalarının böldüğü huzurlu bir anın içerisindeydim. Tenha sokaklar, ıslak kaldırımların üzerinde belli belirsiz gezinen nemli yapraklar ve benden başka kimsenin olmadığı bir yerde.
Peki ya herkes nerede? diye düşünüp, sahiplerinin gelip ışıkları yakmasını uman dükkanlara çevirdim gözlerimi. Vitrinlerine uğrayan ıssızlık korkutuyordu beni. Yoldan geçen birkaç arabadan başka kimsecikler görünürde yoktu.
Işıklar caddesinin ortasına sıralanmış palmiyeler... Hoyrat rüzgârın dövdüğü zavallılar, hepsinin sessiz feryatları ta buradan duyuluyordu sanki. Yağmurun çizdiği bu hüzünlü portreleri izlemeyi hep severdim, diğer yanım burkulurken.
Böyle çetin havalarda yaşam mücadelesi veren sokaktaki küçük canlar içindi bu hüznümün sebebi. Barınakların yetersizliği yüzünden sokaktaki ağır yaşamlara mahkum oluşlarıydı... Yapılabilecek çok şey varken hiçbir yetkilinin onları düşünmemesiydi zoruma giden. Belki de bir kış günü, kaldırımın köşesinde titrerken bulduğum Mırmır'ın o korkmuş halini hatırladığım içindir bu hıncım, bilemiyorum.
Ah oğluşum, diye düşündüm ve yüreğimi dağlayan bu illüzyondan kaçmak istercesine yukarı kaydırdım bakışlarımı. Yağmur yüklü bulutların düzenlediği gergin geçit töreni ile karşılaşmıştım. Hızlı, öfkeli ve nefret doluydu bu şenlik.
Bir süre daha öylece durup etrafı seyretmiştim. Aklıma kar kürelerinin içerisindeki yalnız kızların imgeleri üşüşüyordu. Onlara benziyordum şimdi. Tek fark Antalya'da kar olmamasıydı. O beyaz şeyleri hiç görmemiştim ve bir dilek hakkım olsaydı seve seve bu anı izlemek için feda ederdim.
Bir anda beklenmedik bir şey oldu. Işıklar gitti. Pat diye gerçekleşen bu olay korkmama neden olurken, bir yandan sakinliğimi korumaya çalıştım. Dışarıya baktım sonra. Elektrikler kesilmişti hem de tüm mahallede! Gözlerim içinde hapsolduğum karanlığa alışıncaya kadar bekledim ve görüşümün iyileşmesiyle birlikte kalkıp tezgâha doğru ilerlemeye çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TARÇIN KOKULU MUCİZE
ChickLitYaramaz şey, diye düşündüm, kendime engel olamayarak dudağına bir öpücük kondururken. Geri çekildi. 'Bu ne için?' dermiş gibi gülümsüyordu. "Canım sen çekti," dedim, fısıltıma çalan flörtöz bir tonlamayla. Tek kaşı havalandı. Çapkın bir edayla sırıt...