31

3.7K 304 108
                                    

Bölümü hiçç kontrol edemedim valla 6 bin kelime yazmışım... yazın yanlışı muhakkak vardır mazur görün💗

iyi okumalar dilerimm, satır arasında buluşalımm

————

"O zaman şöyle yapıyoruz. Kerem, sen Alp'in eski evine gidiyorsun, apartmanın ya da yakındaki dükkanların kamera kayıtları var mı ona bakıyorsun. Ecem sen Alp'in anne babasıyla ingili her ne öğrenebilirsen öğreniyorsun. Ben de bu benim evlatlık davasını ne kadar erkene çekebilirim, hakimi nasıl ikna ederim ona bakacağım. Elimizi ne kadar çabuk tutarsak o kadar iyi."

Ecem başını sallayıp ayaklandı ve masanın üzerindeki hastane raporlarını, kağıtları toparladı. Kerem de kollarını önünde kavuşturmuş, arkasına yaslanmış gülümseyerek bana bakıyordu.

"Ne bakıyorsun?" diye sordum kaşlarımı kaldırıp. "Hadi, acele edelim demedik mi?"

Gurur dolu bir nefes alıp kollarını çözdü, yerinden kalkıp bana yaklaştı. "Hoş geldiniz avukat hanım," diye mırıldandı. "Tekrardan hoş geldin, çok özlemişim şu hallerini Defne."

Gülümsedim. "Yakışıyor bana dimi avukatlık?" diye sordum ağzım kulaklarımda şımararak.

"Çok yakışıyor hayatım," diye mırıldanıp elini omuzumdan çekmeden yürümeye başladı. Beraber toplantı odasından çıktık. Ben masanın üzerine ilerleyip bir kağıt ve kalem aldım. Bakması gereken tarihi ve saat aralığını yazıp Kerem'e uzattım. Başını sallayıp yalandan bir asker selamı verdi ve bürodan Ecem'le beraber çıktı.

Ben de adliyeye gitmek için onlardan birkaç dakika sonra büroyu kilitleyip çıktım ve babamın arabasına atladım.

Ecem'le dün, ben Eskişehir'e gelir gelmez konuşmuştuk. Yanılmamıştım ve tam olarak düşündüklerim yaşanmıştı. Alp, yine Alp'liğini yapmış, Ecem'in canını da benimki gibi yakmıştı. Gerçi onun hali benimkinden kötü olmuştu, ben sanırım ucuz kurtulmuştum ama o hayvan herifin artık elimden kurtulma imkanı bile yoktu.

Geçen gece Kerem'le yaptığım telefon görüşmesinden sonra babama haber vermiş, Eskişehir'e dönmeyi kabul ettiğimi söylemiştim. Eşyalarım toparlanır toparlanmaz yola çıkmıştık. O arada sürekli Bekir'i aramış, ulaşmaya çalışmıştım ama bir türlü olmamıştı. Ben de küçük ama açıklayıcı olduğunu düşündüğüm bir mesaj yazmıştım.

Siz: Bekir ben gidiyorum. Huysuz annenlerle beraber evde kaldı. Gece uyurken sürekli yastığın dibine giriyor, lütfen dikkatli ol da çocuğu ezme. Pansumanlarını aksatma. Döndüğümde bozuşmayalım.

Tamam. Çok da açıklayıcı değildi. Geri dönmeyi dört gözle beklediğimi, Alp denen köpeği aramızdan çeker çekmez mutlu olacağımız günleri iple çektiğimi, onu köpekler gibi özleyeceğimi yazmamıştım çünkü hala çok kızgındım. Pelin mevzusu kafamı karıştırıyor, Bekir'e olan kızgınlığımın geçmesine, yaranın kapanmasına engel oluyordu.

Bu yüzden gururuma yediremeyip böyle bir mesaj atmıştım ama içim kan ağlıyordu. Daha ben yola çıkmadan birkaç saat önce bana "Ben sensiz ne bok yiyeceğim bundan sonra?" demişti. Bu lafın hemen üzerine apar topar evi terk eder gibi gitmek canımı yakıyor, beni mahvediyordu ama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Babam hala Bekir'e çok kızgındı ve ikisi arasında kalmak ölüm gibi bir şeydi.

Adliyeye ulaştığımda arabayı park edip hızlıca merdivenleri çıktım, davamıza bakan hakimin odasına ilerledim. Kapının önünde bekleyip nefeslendim, kendimi cesaretlendirdim. Bu evlatlık davası artık çok daha önemliydi. Bekir'in yanına dönebilmemi sağlayacaktı, o yüzden artık çok ama çok daha gerekliydi.

SığınakDonde viven las historias. Descúbrelo ahora