kiraz perisi ve pembe günlükler

90 32 94
                                    

"O kadar uzun süre baktım ki ona
Yüreğimin bir parçası olduğunu düşünüyorum artık.

Titreyerek parıldıyor ama,
Yeniden, yeniden ayırıyor bizi yüzler ve
karanlıklar." — Sylvia Plath

Bu kağıdı nasıl olsa yakacağım için içimi dökebileceğim en güven verici alanım burası olacak kısa bir süreliğine. Odamdayım; kucağımda kedim, darmadağın yatağım, yanı başımda kadehim ve içinde en sevdiğim vişneli şarabım. Sağanak yağmur yağıyor ama camdan içeri sızan ferah toprak kokusu nefes alışverişlerimi tatlı bir şekilde düzene sokuyor git gide. Düşünüyorum da, ölüm ve yaşam arasındaki ince ufuk çizgisinin orada bir gezinti için pek ideal bir zaman değil mi sence de?

Ve derin bir sessizlik...

Konuşmadın. Konuşmuyorsun ve konuşmayacaksın. Benim varlığım ya da yokluğum sana bir kazanç ya da kayıp sağlamayacak. Sesimin rengini, en sevdiğim diziyi, baktıkça seni hatırladığım kiraz perisinin anlamını asla çözemeyeceksin. Beni durdurmaya da çalışmayacaksın, hatta bundan belki de hiçbir zaman haberin bile olmayacak. Ama ne var biliyor musun; bir şekilde bunların hepsini, veyahut kalbimin saklı cennetindeki bahçeyi her zaman açacağım sana. En özel çiçeği ithaf edeceğim güzel gözlerin uğruna. Elimden geleni sonuna kadar yapıp öğrenmeni sağlayacağım bir şekilde. Kimden öğreneceğin meçhul tabii. Mesela ben kalbimin atışlarını arşa çıkartacak yüzünün karşısında cesaret edebilir miyim bilmem bunları dile dökmeye...

Ama elbet zamanı gelir değil mi?

Bu notu yıllar sonra beraber okuduğumuzda liseli ergenler gibi gülmekten domates misali kızardığımız günler gelir mesela. Beraber yaş aldığımız, yaş aldıkça ters orantılı bir şekilde sevgimizin artacağı ve sımsıcak tebessümlerimizde saklanan küçüklüğümüzü bulacağız geçmişimizle saklambaç oynarken. Sen ıslanmayı pek sevmeyebilirsin ama belki bir gün tıpkı bugünkü gibi sicim gibi yağan yağmurun altında pembe elbisemin eteklerini tutup nazikçe döndüreceksin beni çok uzaklardan gelen klasik müziğin taçlandırdığı dansımız sırasında.

Ya da bir gün gelecek mesela, tınısında cennet ilahilerinin en güzelini tattığım kahkahanı en çok bana atacaksın. Ellerin benimkilerle kenetlendiğinde fısıldayacağım kulağıma seni ne kadar çok sevdiğimi. Sinemaya gidersek eğer sen heyecanla bütün filmi anlatırken ben sadece kafamı sallayıp dinleyeceğim bir yorumda bulunmadan. Çünkü o koca ekrana odaklanmak yerine yanımda bulunan gözlerimin huzur bulduğu noktadan kopmamayı tercih edeceğim de ondan.

Jeong Yunho, tanrının fırçasını çalıp kendini boyayan, sonra da cennetten atılan bir melekten farksızdın sen. Saçlarının koyuluğu ile teninin beyazlığı arasındaki tezatlık bir savaş alanını andırsa da kahve gözlerin pencereden yansıyan ışığın etkisiyle parlıyordu görüş alanıma ilk girdiğinde.

Tepki verememiştim ve yutkunamamıştım saniyelerce. O günden itibaren tek düşündüğüm sen olmuştun. Bir anlık bir şeydir dedim, ya da ufak bir hoşlantıdır geçer gider dedim çünkü aşkı tatmamıştım şu yaşıma kadar. Fakat senin hayatıma girişin o kadar plansız ve aniden olmuştu ki, şimdiye kadar doğru bildiğim her şeyi yalanladım sayende. İtalya'nın rönesansı yaşamaya başladığı zamanlar kadar özgür hissettirmiştin bana tek bir bakışınla. Yıllar geçse de hiç unutamam güzelliğin karşında nasıl da şaşıp kaldığımı. Fakat sen her şeyden bihaberdin. Bakışlarımı fark etseydin o an, kaçırmasaydım utangaçlıkla belki de anlaman için ufak bir işaret vermiş olurdum ama korktum. Korktum çünkü kimsenin seni benim gördüğüm şekilde görmesini istemedim.

angel's hymn ❀ j. yunho Donde viven las historias. Descúbrelo ahora