F. Kafka

35 6 8
                                    

Bu kısım, kendi kendine kurduğu bir gerçeğe inanan birinin tüm öznelliğini barındırır.

Milena'ya Mektuplar'ın 21. yüzyılda yazıldığını varsaydığımı, son mektubu da benim yazdığımı, bir de üzerine koca bir bölümü onu ve davranışlarını analiz etmeye adadığımı görseydi muhtemelen Kafka beni dava ederdi ama bilmezdi ki kendisi en çok içselleştirdiğim yazardır açık ara. Belki de kendime yakın hissettiğim birini tam olarak anlamamın hiçbir yolu kalmadığı için anladığımı hissetmek adına uyduruyorumdur şimdi bu okuyacaklarınızı, kim bilir?

En yakın arkadaşına, öldüğünde tüm eserlerini yakmasını tembih eden fakat arkadaşının onu dinlemeyip hepsini yayımlamasıyla bugün tanıdığımız Franz Kafka. Arkadaşına mı teşekkür etmeli yoksa bunun olacağını bile bile yakmadığı eserlerinden dolayı kendisine mi?

Eserlerinde kelimelerle oynamayı seven, onları manipüle etmeyi çok iyi başaran bir yazar olmasının yanı sıra, özellikle mektuplarını göz önüne aldığımda aşağılık kompleksi oldukça yüksek olan biridir benim gözümde Kafka. Tüm yazdıklarının saçmalıktan ibaret olduğunu öne sürmesi, okunmaya değer bulmaması da bundan sebeptir gözümde.

Yazdıklarının çok azını yaşarken yayımladı, pek de ilgi görmedi. İnsanların onu itici bulacağından korktu ama çekici görünme isteği de yok muydu zaten bu korkunun altında?

Her yazdığını yayımlayamayacak kadar özgüvensiz ama öldükten sonra arkasından konuşturmak isteyecek kadar beğenilme arzusu. Çok mu uzak olurdu bu tanım ona?

Kendini sevilmeye layık görmediğini Milena'ya Mektuplar'da sık sık hissettirir bana. Yetmez, beni bu mektuplarda yorar kendisi. Tüm satırlarını, cümlelerini, iç içe geçmiş düşüncelerini okuturken yorar ama sanki amacı da budur. Kendine acıması, kendini küçük görmesi o kadar büyüktür ki sevildiğini kabullenmek istemez ve bunu öyle süslü cümlelerle sunar ki kendine acıdığını unutturur.

Kendini küçülttükçe küçültür ve bunun için de karşısındakine yeşerttiği sevgiyi büyüttükçe büyütür. Bu yüzden Milena'ya duyduğu aşk derin görünür herkese. Satır aralarında yakaladığı anlamları fark edince, bir insan bir insanı bu kadar çok sevebilir mi, diye düşünür insan.

Hayır, sevemez.

Kafka kendini sevmemiştir ki başkalarını sevsin. Hastalıklarının ortaya çıkışıyla da birlikte kendine günden güne daha çok acıyan birinin sevgisinin aslında ne kadarı sevgidir?

Kendini ne denli aşağıya çekerse Milena'nın şefkatinin de o denli yukarıda kalacağını düşünür bana kalırsa. Aralarındaki sevginin artmasından değildir bu; kendini küçülttükçe hiç değişmeyen sevgi bile daha büyük gelir gözüne bu şekilde.

Uydu mu şimdi tam da yukarıdaki tanıma?

Kafka ile ilgili tüm bu düşüncelerimin de yanına eklenen 'imkânsız aşk' teması bana bir sonraki bölümde okuyacağınız bu kısacık mektubu yazdırdı.

Romeo ile Juliet başta olmak üzere diğer tüm efsanevi âşıkların aslında âşık olmadığını, aralarındaki imkânsızlığa tutunduklarını düşünürüm çoğu zaman. Bu yüzden de birçoğunun eğer 21. yüzyılda yaşasalardı nasıl bir sona bağlanacaklarını merak ederim. Her şeyin, herkesin bu kadar kolay harcandığı, bu hızlı tüketim çağında yaşasalardı da bu âşıklar, o âşıklar olur muydu?

Ferhat dağı mı delmiş? En fazla bir hafta konuşulur. Mecnun çölleri aşmış. Gösterişçi miymiş? Kafka'nın da böyle bir devirde yaşadığını hayal etmekten kendimi alamadım son zamanlarda.

Muhtemelen, dedim, Milena'ya kavuşması bu denli kolay olsaydı odasındaki bir dolap olup tüm gün onu izleme arzusu Kafka'nın aklının ucundan bile geçmezdi.

Sana Son Sözüm, MilenaWhere stories live. Discover now