14

118 20 3
                                    

size bi tane duzyazi buyrun, bakis acisi jisungun bakis acisidir.

kafamda bir şeyler planlamam gerekiyordu. ne pişireceğimi ya da ne yapmam gerektiğini açıkçası pek bilmiyordum. yemek yapmayı bahane olarak kullanmıştım asıl amacım chenle'yu görebilmekti. peki bunu neden istediğimi inanın ben bile bilmiyordum.

üzerimi değiştirip hızlıca evden çıktım. bana pek de uzak olmayan sevgili komşumun benim için açık bırakmış olduğu kapının önüne ulaşmıştım çabucak. içeri girip kapıyı kapattım. ev planlarımız aynıydı bu yüzden mutfağın nerede olduğunu biliyordum ayrıca çok kez bu eve geldiğim için gözüm aşinaydı buraya.

fakat biraz evi incelemeyi  koyulmuştum. bu eve bir çok kez de gelsem, eve sanki ilk defa geliyormuşcasına incelerdim. şuan da yaptığım gibi. kulağıma gelen su sesleriyle chenle'nun hala duşta olduğunu tam olarak kafamda onaylayarak mutfağa ilerledim. kendim için genelde çok uğraşmazdım yemek konusunda bu yüzden ne pişirmem gerektiğini kafamda kestiremiyordum. ha yanlış anlamayın yemek yapmakta iyiyimdir.

en sonunda karar verebilmiş kendi sevdiğim yemeklerden yapacaktım. ilk olarak bir dolabı açtım bayılarak yediğim jajangmyeon için malzeme var mı yok diye bakınırken gördüğüm siyah fasulye ve tavukla gülümsedim. onları dolaptan alıp tezgaha koyarken çekmeceden şeffaf erişteyi alıp suda haşlanması için ocağa koydum. genelde normal erişteyle yaparlardı ama ben şeffaf eriştenin daha çok yakıştığına inanıyordum. bir yandan tavuğumu doğrayıp ocağa koyarken diğer tarifleri kafamda kurdum.

hepsini tek tek güzel güzel pişirirken bayağı zaman geçmişti. fakat chenle'dan ses yoktu. banyoda bir şey olmaması için tanrıya dua ederken boynuma değmeye çalışan ıslaklıkla irkilirken hızla arkama döndüm. chenle'nun boyu benim boyumdan bayağı kısa olduğu için ıslak saçları boynuma çarpmıştı.

"ne pişiriyorsunuz benim için bay park?"

bana olan yakınlığı benim irkilmeme neden olsa da hoşuma gitmişti.

" tanrı ne verdiyse."

ocaktaki yemeklere attığı bakışlarla gözleri büyürken bana baktı.

"aman tanrım jisung ben bunların hepsini nasıl yiyeceğim?"

sanırım haklıydı. bir sürü şey pişirmiştim. yarısını olmadı ben yanımda götürürdüm yapacak bir şey yoktu.

"yedikçe daha fazlasını isteyeceksin görürsün."

"vayy o kadar da iddialısınız yani?"

" elbette! "

gülerek konuşmamla birlikte etrafıma bakındım sofrayı kurma vakti gelmişti. ama ilk önce önümdeki ocağı kapatıp tencerelerin kapağını açmıştım. biraz soğusa iyi olurdu. ben kafamı çevirdiğimde chenle ortadan kaybolmuştu.

"beni merak etme tabakları ben masaya götürdüm." bana seslendiğinde gülümsemiştim.

aslında bir anda anlaşabilmemiz benim için hızlı ve kafa karıştırıcı bir olaydı. chenle bana tüm küfürleri -haklı olarak- savururken bir anda samimi oluşumuz gözlerimi yaşartıyordu.

yemekleri güzelce yemiştik fakat bu işte bir terslik vardı sessizce yemiştik bu da doğal olarak ikimiz arasında küçük bir gerginlik oluşturmuştu.

"yemeklere bayıldım iki gün beni idare bile!"

"beğenmene sevindim kıymetimi bil kendime bile bunları hazırlamam."

"bana aşıksın biliyorum cicim."

ve sessizlik. diyecek bir şey bulamamıştım çünkü kafamın içinde beynimi istila eden düşünceler vardı.

birlikte sofrayı toplayıp bulaşıkları halletmiştik. chenle'ya baktığımda düşünceli gibiydi, ben de öyleydim.
bozuntuya vermedim odasına geçmiştik. masasında bir sürü kitap vardı, daha önceden de çalışmıştı. sanırım gerçekten ders çalışırken onu kötü etkiliyordum.

"evet, şimdi ne çalışalım?" ellerini çırpıp konuştuğunda kaşlarımı çattım. aslında en zorundan başlayıp en basitine geçmek en iyisiydi. en azından daha iyi olurdu onun için.

"bence en zoru neyse ondan başlayalım."
kafasıyla beni onayladı. hesap makinesine yönelip iç çekti. hesaplamalarda zorlanıyordu.

"hesap kitap yapmayı sevmiyorum, özellikle yevmiye kaydını."

"halledilir chenle o kadar da zor değil sadece kodları bilmen gerekiyor." kodları bilmeden bir işleme başlamak kıyafetsiz dışarı çıkmak gibi bir şeydi.

"kafama girse şu siktiğimin beyni başka şeylerle meşgul olmayı çok seviyor."

"mesela?" merak etmiştim açıkçası onun zihninde dolanan şeyi. gözlerini yüzümde gezdirdi tedirgince. anlaşılıyordu söyleyip söylememek arasında kararsızdı ve o da söylememeyi tercih etti.

bir süre sorularla cebelleştik. açıkçası cidden konu olduğu kadar zordu ben de kısa sürede paslanmıştım ama el ele verip halletmiştik bir konuyu da olsa. chenle eline kağıt kalem alıp kağıdın üzerine koskocaman bir tik attı sevinçle.

"konu 1 bitmiştir!" sevinçle konuşurken gülümsemesi tüm yüzünü kaplamıştı. gülmek ona fazla yakışıyordu. gülmek için yaratılmıştı fikrimce.

"şimdi dinlenme vakti!" kollarını havaya kaldırırken mırıldanmıştı.

"evet hadi dinleneli-" demeye kalmadan çalan telefonumla yerimden sıçramıştım. ana fazla odaklanmış olmalıyım demek ki. telefonu masanın üstünden aldım. arayan annemdi, genelde çok aramazdı bir şey mi oldu diye düşünmeden edemedim.

"efendim anne?"

annemin sözleri gözlerimi şokla açmama neden olmuştu onu onaylayıp telefonu kapatmıştım. yerimden kalkarken chenle'ya döndüm.

"annemler gelmiş gitmem gerek, özür dilerim chenle."

onu böyle bırakmak beni oldukça huzursuz ediyordu.

kapıya doğru yürürken arkamdan seslenen bedene baktım. minik adımlarıyla bana yaklaşmıştı bile.

"teşekkür ederim bana yardımcı olduğun için. "

parmak uçlarına kalkıp yanağıma öpücük bırakmıştı. gözlerimi kocaman açarken onun karşımda kıpkırmızı olmuştu. kırmızı bir domates gibi tıpkı.

"rica ederim chenle her zaman. ah.. biraz gürültülü olacak bugün annem biraz fazla seslidir şimdiden özür dilerim."

kafasını iki yana sallayıp kocaman gülümsemişti bana. gülümseme bulaşıcı derler  bende kocaman gülümsedim.

"bugünlük bak altını çiziyorum bugünlük sorun değil. aksi takdirde ağzına sıçarım bilirsin."

gülmemi tutamamıştım. haklıydı yapardı.

" lütfen bana zarar vermeyin!"

gülüşürken çalan telefonla ana tekrar döndüm gitmem gerekti kapıyı açtım.

"annem çok kızacak görüşürüz chenle."

"görüşürüz jisung.."

**
opusturcektim vazgectim oetada fol yok yumurta vsr.

komsu : chensungWhere stories live. Discover now