Tozlu Kapak

361 37 27
                                    

Akşam saatleri, Osmaniye.

Geleli 3.5-4 saat oluyordu. İki saatimi babamlarla geçirmiş ve biraz Gökmen ile ilgilenmiştim. Babamın emekliliğinin ardından Adana'dan Osmaniye'ye taşınmak onu biraz tedirgin etmişti. Burası küçüktü. Hiçbir şey yoktu da doğru düzgün. Alperen ve ben Adana'da büyümüştük, şehir dışında okumuştuk ama Gökmen daha lise çağında ergendi. Sanılanın aksine öyle çok da olumsuz olmadı onun için. Sevdiği kuzenleriyle bir arada olmak ona yalnız hissettirmemişti gördüğüm kadarıyla. Üç hafta önce Alperen de ziyaretine gelmiş ama izni bitince Trabzon'a geri dönmüştü. Alperen benim bir küçük kardeşimdi ve doktordu. Hepimiz ayrı yerlerdeydik işin özü.

Şimdi ise yengemlerdeydim ve Gül ablam geldiğimi duyunca koşup gelmişti. Hepimiz büyümüştük. Artık yengem üşümeyelim diye bizi değil torunlarını oturtuyordu sobanın başına. Gül ablam evleneli 3 yıl olmuştu ve 2 yaşında ve 6 aylık iki bebeği vardı. İki yaşındaki Sena sobanın kenarında mayışıp uyurken Sefa benim kucağımda parmağımla uğraşıyordu. Şekerpare tabaklarımız ve kahvelerimiz önümüzdeydi. Eskisi gibi olan tek şey de buydu sanırım.

"Sen izin almazdın Gökçe. Bayramlarda falan gelirdin kuzum bir sorun yoktur inşallah." yengemin sorusuyla başımı küçük oğlandan kaldırıp onlara baktım. "Yok bir sorun ya, dinlenmek istedim hem sizi özledim." inandırıcı gözükmek için tebessüm eşliğinde söylediğim şey aklına yatmıştı ki uzatmadı. "Gülüm sen bir şey de yemedin bak benim içim de rahat değil-" dediğinde başımı iki yana sallayarak söze giriştim.

"Yenge halamlarda yedim babam lahmacun yaptırmış getirdim ya gelirken buraya da."

"Aman bre! Olsun." deyip döneli henüz 1 dakika bile olmamıştı ki bu sefer de "Çay vereyim?" diye sordu. "Yenge... 25 sene oldu çay sevmediğimi benden daha iyi biliyorsun, Allah aşkına!" O kendine özgü kıkırdamasını bizlere sunup televizyona döndü en sonunda benle uğraşmayı kesip.

Gül ablamla artık mutfakta gizli gizli aşklarımızı değil de salonda işlerimizi konuşur olmuştuk onu fark ettim o esnada. Mutfakta tıkılı kalmadığımıza şaşırmıştım. Benim anlatabileceğim bir aşkım da yoktu gerçi. 3 sene önce bende kapanmıştı o defter.

Gül ablam açtığı kreşi anlatıyordu. Hem Sena ve Sefa için de iyi olmuş yanından ayırmak zorunda kalmamıştı ona seviniyordu. Eşi Caner abi polisti ve ikinci doğu görevine gitmişti. Onlar da burada kalmayı seçmişlerdi. Kayınvalidesi de annesi de buradaydı sonuçta. Kurulu düzenini bozmayıp eşini beklemesi pek tabii yine zordu ancak alınabilecek en iyi karar da o gibi gözüküyordu. İyi de olmuştu bana kalırsa.

Hayatım bir anda alt üst olmasaydı evet yine gelemezdim belki ama geldiğimde onu görmeseydim de kötü olurdum. Gül'ün burada kalması bana yaramıştı.

Sefa kucağımda uyumuştu. Gül ablam almak istese bile vermemiştim çünkü çok güzeldi. Ailem olsun çok isterdim. Olacağından emin olduğum hayaller başıma yıkıldığında bir daha ümidini bile içime ekmemiştim. Şimdi ise kucağımda bir bebeğin varlığı bana yeniden olmayan hayaller kurduruyordu.

Televizyonda devam eden Survivor nihayet bittiğinde yengem yatakları serme işine koyulmuştu. Gül ile onu bir güzel azarlayıp yatağına göndermiştik biz de.

Şimdiyse saat gece yarısına geliyordu. Yengem yatmaya gideli çok olmuştu. Biz de yatmaya hazırlanıyorduk. Gül içeride üstünü değiştireceği için sönmüş sobanın yanına oturmuş prizdeki telefonumdan haberlere bakıyordum. Bir anda Gül ablam yatak kurmak için gittiği içeriden endişeyle geldi. "G-Gökçe! Sena! Sena'nın dudakları mosmor!" dediğinde kaşlarım çatıldı. Telefonu sehpaya bırakıp dikleştim.

Kucağımda Sefa varken çok da bir müdahalede bulunamayacağımı biliyordum ama panikle ayağa kalkıp salona gittim. "Hasta mıydı önceden?"

"Ü-üşütmüştü geçen hafta bugün biraz daha iyiydi!" Gül ablam ağlarken omzunu dürtükledim kendine gelmesi için. "Sena'yı al. Koş, ben yengemi uyandırıp Sefa-"

"Sefa uyanıp beni göremezse uyandırır herkesi. Onu da alalım nolur..." Stresle yüzümü ovuşturup başımı salladım. Sefa'yı güzelce yere bırakıp üzerime bir şeyler geçirdim ve arabanın anahtarı cüzdan ne varsa sırt çantama koyup Sefa'yı tekrar kucağıma aldım. Çoktan aşağıya inmiş olan Gül ablam Sena'yı kucağına almış nefes vermeye çalışıyordu ağzından. Arabanın kilidini açıp arka koltuğa binmelerine yardım edip Sefa'yı da kucağına verdim.

Arabayı el çabukluğuyla çalıştırıp park ettiğim aralıktan çıktım. Osmaniye'de her yer her yere 10 dakikalık mesafede olduğu için dibimizdeki hastaneye ışık mışık takmadan gazlamıştım. Bu saatlerde zaten doğru düzgün kırmızı da yanmıyordu. Söz konusu çocuktu, keza ışıklar düzgün yanıyor olsa bile umursamazdım. Gül ablam ağlıyor, bir yandan Sena nefes alabilsin diye çabalıyordu. Delirecektim. Çocukları bu halde görmeye gram dayanamıyordum. Son virajı da dönüp acile vardığımızda arabayı en müsait yere koydum. Gül ablam kapıyı açmış kucağındaki Sefa'yı bana uzatmıştı. Sefa'yı Gül ablamdan alıp çoktan hastaneye koşan ablamın peşine gittim. Sena'nın sedyeye yatırılması Gül ablamın koşuşu hepsi film şeridi gibiydi. Uyanmaya hazırlanan Sefa'nın mırıltıları kulağımı doldurmaya başlamıştı öte yandan. Sırtını pışpışlasam da nafileydi. Bebekler etraflarında gelişen kaosu ve kişinin stresini hemen algılıyordu. Onlarca ceset görmüş de olsam minicik bir bebeğin hasta oluşu beni stres altına sokmayı başarıyordu ve bu Sefa'yı sakinleştirmeme de engel oluyordu.

"Bebeğim... Ağlama bir tanem. Ağlama kuzum. Anne neredeymiş? Anne burada? Ağlama oğlum hadi, hadi paşam." diye diye volta atarak geziniyordum. Sefa ise kendini yırtıyordu. Bas bas bağırarak ağlıyor, küçücük elleriyle omzumı ittirip kendini arkaya atmaya çalışıyordu.

"Sefa nolur bebeğim... Gelecek anne."

İç çekip sırtını pışpışlayan elimin ritmini arttırdım. Koluma da yatırsam omzuma da koysam fayda etmiyordu. Annesini istiyordu. Emziği de yanımda yoktu.Dua edip okuyordum üstüne. Bir umut sakinleşmesi için elimden geleni yapmıştım ama yok, bana mısın demiyordu.

Arkamı dönüp derin bir nefes almak için başımı kaldırdığımda etraftaki yoğun kalabalıkla karşılaştım. Bir olay vardı muhtemelen.

Karşımda bir sürü jandarma vardı. Belli ki yaralılar vardı ve hepsi endişeli gözüküyordu. Hepsi yetişkin acilde sedyede yatan kişi ve ailesiyle ile ilgilenirken biri karşımda öylece bana bakıyordu.

Aralık, kalın dudaklarını; şu anlık çatık, dudakları gibi kendi de kalın ve uzun kaşlarını gördüm.

Onu gördüm.

Kapağı çoktan kapatılmış, hatta tozlanalı aylar olmuş kötü sonlu hikayemin bir zamanlar hayran olunası kahramanını gördüm.

Katilimi gördüm. Beni kendinden mahrum etmesin diye yalvarmalarıma rağmen bana sırtını dönüp ölmeme müsaade eden katilimi gördüm.

Aşkımı ve ızdırabımı gördüm. Izdıraplar içinde gördüm hem de.

Bir zamanlar hayatımın merkezi olan ancak daha sonra hayatımı da benden alıp giden adam, tam karşımda duruyordu 3 yılın ardından.

Ali'yi gördüm.

Bir bana bir de kucağımdaki bebeğe bakıp dudaklarını patlatmak ister gibi birbirine bastıran eski aşkımı...

SEN BANASIN | Savcı&Asker Where stories live. Discover now