9. Bölüm

605 111 82
                                    


Sessizlik bir çığ gibi büyürken Minho'nun annesi kollarını göğsünde birleştirmiş oğluna ve yanındaki prense ters ters bakmaya devam ediyordu. Jisung sessizliği bölmek adına en nazik şekilde boğazını temizlemeye çalıştı, gerilmişti ve duygu durumunu kontrol altında tutmak en çok böyle zamanlarda zordu.

"Anne." dedi Minho sıkıntıyla oflayarak. "Bir şey söyler misin artık? Klanın bu bölgesinde ne arıyorsun, evle buranın arasındaki mesafe çok fazla. Tüm bu yolu yayan mı geldin?"

"Sen kimin nesisin?" Yaşlı kadın oğlunun bütün söylediklerini duymazdan gelerek Jisung'a döndü ve kafasını sorgulayıcı bir tavırla iki yana salladı. Jisung'a karşı anaç bir yaklaşım sergilemiyordu, Jisung'un en başından anladığı bir durumdu zaten bu. Jisung kuru kuru yutkundu ve Minho'ya araya girmesi için kısa bir bakış attı. "Ben Jisung efendim." dedi neredeyse dilinin ucundan dökülmek üzere olan gerçekler yüzünden dilini ısırarak. Devamında doksan derece kadar eğildi. Hayvanların toprak yolda çıkardıkları ayak izlerini birer sanat eseriymiş gibi incelediği saniyelerin sonunda dikeldi.

"İsmini sormadım. Kim olduğunu soruyorum. Hangi vasıfla oğlumun yanındasın?"

"Anne, ikimiz biraz konuşabilir miyiz? Benimle gel." Minho'nun, annesinin söylediklerini ağzına tıkmaması sebebiyle Jisung ona ters ters baksa da kadın oğlunu onayladığında ikisinin yoldan uzaklaşmalarını izledi. Vasfını pek âlâ söyleyip ortalığı ayağa kaldırabilirdi ancak her şey henüz bu kadar yeniyken ortalığı karıştırıp da işleri berbat etmek istemiyordu. Hoş, sonrasında da bunun gibi bir niyeti yoktu. Hiç olmazsa tahta çıkana kadar sessiz kalacaktı. Sonrasında istese dahi kim olduğunu diğerlerinden saklayamazdı, eninde sonunda tahtın hak sahibi olduğu ortaya çıkacaktı.

Minho'nun annesinin Minho'ya hoş olmayan serzenişleri kulağına çalınırken kadını önemsemeyip yeşilliğin arasına daldı prens. Güneş, yeşil çimenlerin üstünden parıltılar saçarak yansıyordu. Her ne kadar krallığı özlemiş olsa da burayı da çok sevmişti; krallıktaki özellikle de saraydaki kargaşadan çok daha uzakta sessiz, sakin ve huzur dolu bir yerdi burası.

Kısmen.

Ağaçların etrafında gezip ismini bilmediği çiçeklerin yumuşak kadifemsi yapraklarında parmak uçlarının gıdıklanmasına izin verdi Jisung. Felix yanında olsaydı tüm bu çiçeklerin ismini bıcır bıcır kendisine anlatırdı, belki de zaten aynı çiçeklerin ismini birçok kez zikretmişti ama hiçbirini dikkatle dinlediğini söyleyemezdi. Bu yüzden çiçeklerin hakkında en ufak bir fikri yoktu zaten.

Bir sincap uzamış otların arasından koşarak tüm yeşilliği köpüklü bir denizmişcesine dalgalandırdı, ağacın ortasına geldiğinde şiş yanakları ve şaşkın ifadesiyle dönüp kendisine ıslık çalan prense baktı. Yanaklarında depoladığı meşe palamutlarından biri şaşkınlığından istifade ağzından yuvarlanıp gittiğinde Jisung kıkırdadı ve sincap da daha fazla zaman kaybetmeyerek ağacın tepesine doğru tırmanarak gözden kayboldu. Sincabın düşürdüğü ve ayaklarına kadar yuvarlanan palamuta eğildi Jisung, kahverengi yemişin bir şapka gibi dönen tepesine ve üstündeki diş izlerine gülümseyerek baktı. Biraz daha ilerleyecekken Minho'nun sesiyle durdu.

"Jisung." Arkasına dönüp savaşçıya baktı, eliyle yanına gelmesini işaret ediyordu. Küçük bir çocuk gibi omuzlarını silkerek yanıt verdi çağrıya. Aniden küçüklüğünden kalma, hayal meyal hatırladığı bir prenses masalının içine düşmüştü ve Minho'nun annesi de ona zarar vermek isteyen kötü cadıydı.

"Gelsene."

"Sen gel." Ayak direterek olduğu yerde beklemeye devam etti Jisung, uzun bakışmalarının ardından pes eden Minho'ydu. Yanına gelene kadar Jisung onu sabırla bekledi.

hell and back,, minsungWhere stories live. Discover now