☣20 (FİNAL)

134 22 166
                                    

Aniden ter içinde yatağımdan kalktım. Nefes alışverişlerimin birkaç saniye boyunca düzene girmesini bekledim. Gözlerimden yaşlar akmıştı. Anlam veremeyerek gözlerimdeki yaşları sildim.

Başım felaket ağrıyordu. Komidinin üstünde duran bir bardak suyu alıp içtim. Daha sonra telefonumu elime alıp ekranı açtım.

Luke ve Jeremy'den bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Jeremy'i geri aradım. Saniyesinde açtı.

"Neredesin!?"

Şokla telefonu kendimden uzaklaştırdım.

"Ne oluyor ya?"

Arkadan Luke bağırdı.

"Kızım ne yapıyorsun saatlerdir? Arıyoruz açan yok mesaj atıyoruz cevap veren yok. Meraktan öldük burada."

Boşta olan elimle ağrıyan başıma masaj yapmaya başladım.

"Uyuyordum, duymadım. Sakin olun."

Hala kendimde değildim. Ölmüş de dirilmiş gibi hissediyordum. Kalbim ağrıyordu.

"İyi tamam hadi gel. Bu saatte uyandığına göre hala bir şeyler yememişsindir. Kafeye gel kahvaltıyı beraber yapalım."

"Tamam geliyorum." Telefonu kapattım.

Yataktan kalkıp giyindim ve yurt odamdan çıktım. Oda arkadaşlarım gitmişlerdi.

Yurttan da çıkıp kafeye doğru yürümeye başladım.

Garip bir biçimde kendimi çok kötü hissediyordum. Hiçbir şey olmamıştı aslında. Dün okuldan eve geldim ve direkt yurda geçtim, hemen sonra uyudum. Rüyamda ne gördüğümü de hatırlamıyordum.

İç çektim. Tam kaldırımdan inip karşıya geçecekken bileğimde bir bileklik fark ettim.

Pembe boncuklardan yapılmış, "L" harfi olan ve arasında küçük, beyaz bir kuş tüyü vardı. Tüy çok farklı görünüyordu.

Bu da neyin nesiydi? Benim hiç böyle bir bilekliğim olmamıştı ki. Üstelik sabah giyinirken de hiç fark etmemiştim. O kadar dalgındım demek ki.

Bilekliği tam bileğimden çıkaracakken duraksadım. Çıkarmak istemedim. İçimde bir şeyler bilekliği çıkarmamı engelliyor gibiydi.

Bilekliği çıkarmaktan vazgeçip iç çektim ve yolun karşısına geçtim.

Bugün enerjim çok düşüktü. Kendimi hiç bu kadar mutsuz ve depresif hissetmemiştim. Bir şeye çok üzülüyordum ama neye üzüldüğümü bilmiyordum.

Kafeye varınca içeri girdim. Luke ve Jeremy anında yanıma geldiler.

"Hadi gidelim." Dediler aynı anda.

"Gidelim de nereye gidiyoruz?"

"Geçenlerde bir kahvaltıcının ismini duymuştum aslında. Çok eski bir yermiş ve kahvaltıları da çok güzelmiş." Dedi Jeremy heyecanla.

"Olur. Sen ne dersin Laure?"

"Siz bilirsiniz efendim!" Dedim tam bir asker edasıyla. Luke güldü.

Jeremy'nin peşinden bahsettikleri kahvaltıcıya gidiyorduk. Öyle acıkmıştım ki neresi olduğuyla hiçbir şekilde ilgilenmiyordum. Yiyebileceğim bir şey olsun yeterdi şu an.

Sonunda vardığımızda hemen içeri girdik. Onlar bir masaya doğru giderlerken ben hareket edemedim. Buranın kokusu, görüntüsü bana bir şeyi hatırlatıyor gibiydi. Daha önce buraya gelmediğime kesinlikle emindim.

Anlamıyordum, neden bu kadar tanıdık geliyordu? Çok farklı bir havası vardı. Sanki bu anı daha önce de yaşamış gibi hissediyordum.

Ağır adımlarla arkadaşlarımın yanına oturdum. Sipariş için garson geldi ve Luke; ben ve Jeremy için de sipariş verdi. Ne istediğimizi her zamanki gibi çok iyi biliyordu.

1930'sOnde histórias criam vida. Descubra agora