" Geçmişin Acısı... "

114 12 35
                                    

(...)

Sıkılıp izlediğim televizyonu kapattım. Şu an evde tektim. Dazai diğerlerine ben kaybolduğumda çok stres olup çok üzüldükleri için izin vermişti. Kendisi de işteydi. Akşam önemli bir toplantısı olduğu için geç geleceğini söylemişti. O gelmeden yemek yiyip yatmalıymışım.

Bana eskisinden iyi davranıyordu ama hâla biraz baskıcıydı ve pek yakın değildik. En çok beni kurtardığı gün yakınlaşmıştık. Ona minnettar olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi...

Saate baktım. 19.00 kalkıp mutfağa gittim. Kendime Naomi'nin öğrettiği gibi birkaç atıştırmalık yapıp yedim. Oldukça yavaş yesem de anca yarım saat kadar zaman geçmişti. Kalkıp kütüphaneye gittim ve biraz kitaplara baktım ancak ilgimi çekenleri çoktan bitirmiştim bile...

Chuuya ve Akutagawa Senpai'in çocuklarına olanlar, benim yaşadıklarım ve Mori'nin oğlu olmam hâla atlatamadığım olaylardı. Bu kadarı fazlaydı...

Okuduğum kitaptan da sıkılıp odadan çıktım. Odaları dolaşmaya başladım ama bunu daha önce de defalarca yapmıştım. Görmediğim tek bir yer vardı. Dazai'nin odası...

Aslında yapmazdım ama o an kedi gibi merakım tutmuştu. Bir bakıp hemen çıkardım nolucaktı. Hem zaten yüksek ihtimalle kilitlidir...

Böyle düşünerek benim odamın dibindeki odaya ilerledim. Kapı kolunu yavaşça açtım. Kilitli değildi...

İçeri girdim. Burası benim odamın boyutundaydı. Alt tarafında banyoya açılan kapıya kadar duvar boyunca geniş, siyah bir gardırop vardı. Pencere tarafında dosyalarla dolu bir raf, üstünde şişeler olan bir masa ve biraz ötede oldukça geniş bir yatak...
Oda genel olarak siyah, beyaz, gri renklerden oluşuyordu. Dazai'nin hayat renkleri...

Biraz odanın içinde dolaştım. Fazla karanlık olmasına rağmen hoştu ancak ben burada yaşayamazdım. Oda pek ışık almayan bir taraftaydı ve bir gece lambası bile yoktu. Geceleri çok karanlık olmalıydı ve ben karanlıktan korkardım. Küçükken hep karanlık yerlere hapsedilmeme rağmen alışamamıştım...

Biraz ilerleyip masanın üstündeki şişelere baktım. Galiba içkiydi. Elime alıp etiketi okudum ama bir bok anlamadım. Kapağını çıkarıp kokladım. Çok keskin bir kokuydu. İçki içmenin yaşadığın şeyleri unutturduğunu duymuştum ama emin değildim. Aslında tam da buna ihtiyacım vardı üstelik tadını çok merak ediyordum...

Bir kere baksam nolurdu ki? Sonra hemen çıkardım. Yavaşça bir yudum aldım. Şişeyi hemen boğazımdan çektim çünkü tadı çok acıydı. Yine de tam anlamadım bu yüzden bir yudum daha almaya karar verdim. Bu neredeyse 5 sefer tekrarlandı. Bu sırada vücudumun titreyip sıcakladığını ve hafifçe başımın döndüğünü hissettim. Tam son kez bakayım dediğim anda şişenin bittiğini fark ettim. Masada daha 3 tane vardı.

Pekala... İkinci şişeden de sadece 1 yudum alıcağım ve gidiceğim. En kötü ne olabilir?

( DAZAİ )

Sonunda sıkıcı toplantılarımdan biri daha bitmiş ve eve gelmiştim. Kapıyı açıp içeri girdim.

Dz. Atsushi!

Burada yoktu. Zaten saat gece yarısına yakındı. Yatmış olmalıydı. Ben de yavaşça odama çıkıp kapıyı açtım ve ışığı yaktım.

Siktir....

Hayal mi görüyorum?

Atsushi şu anda benim odamda, ona çok uzun gelen ceketlerimden birini giymiş, yatağımın üstünde çalmayan bir şarkıda dans ediyordu. Çok sevimli ve komik görünüyordu ama o an buna odaklanamadım.

LOVE IN İMPOSSİBLE _DAZATSUWo Geschichten leben. Entdecke jetzt