Aykırı Gece 15

87 40 63
                                    


"Ne içimdeki sokaklara sığabildim, ne dışarıdaki dünyaya."

-Sabahattin Ali

Acının en tehlikeli versiyonuyla karşı karşıyaydım, çaresizlik... Ruhum bedenime sığmazken, kalbim ağzımda atıyordu. Bir el boğazımı öyle bir sıkıyordu ki, söküp atamıyordum onu oradan. Nefes almaya çalıştıkça, daha çok nefessiz kalıyordum. Ciğerlerim boğazımda ki ele isyan ediyor, çaresiz bir çabanın içine giriyordu. Bilinçaltımın her zaman ki oyunlarından birindeyim diyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Nasıl olurdu da gerçek ile rüya birbirine girebilirdi? Karşımda kanlı canlı duran Çimen, gözlerime nefretle bakıyordu. Onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum. Ayaklarımı yerden kesmiş, suratı korkunç kelimesinin yanında hiç kalıyordu. Zehir saçan cümlelerini, hiç düşünmeden kalbime bir ok misali saplamaya başladı.

"Nerede Lavinya, nerede verdiğin sözler? Böyle mi kadınların sesi olacaksın? Yüzlerce kadının katili sokakta rahatlıkla dolaşırken, başın yastığa böyle kolay mı yatacak? Seni tanıyamıyorum artık, sen çok değiştin?" Derken boğazımda ki parmakları gitgide sıkılaşıyor, gözlerim kararıyordu. "N-nefes a... a-alamıyorum."dedim ama ben bile duyamamıştım ki...

"Alma Lavinya, böyle alacaksan alma! Bizi yalnız bırakacaksan alma, bizden vazgeçeceksen hiç alma!" Öfkeyle sarıp sarmaladığı sözleri bittikten sonra, bir uçurumun kenarına geldiğimizi fark ettim. Hiç düşünmeden beni uçurumdan bıraktığında kollarım öne uzanmıştı, ama artık çok geçti.. Yaşadığım korku vücudumun aşırı dozda adrenalin salgılamasını sağlarken, akciğerlerime ulaşan soluk borumun daralmasıyla, nefes alamadığımı hissediyordum. Nabzım yavaşlamış düşmeyi beklerken, yaşama gözlerimi yeniden araladım.

Korku dolu bakışlarım odada gezinirken, saçlarım terden yüzüme yapışmış ellerim boğazımdaydı. Dilim damağım kurumuş bir şekilde yataktan çıktım. Ne yaptığımı bilmez bir vaziyette üstümdekileri çıkartıp, dolaptan kısa bir şort ve askılı bir üst giydim. Yüzümdeki ıslaklığı fark ettiğimde tüm bunları yaparken bilinçsizce ağladığımın farkında değildim. Yalın ayak balkona çıktığımda soğuk beni üşütmüyor aksine rahatlatıyordu. Yavaşça mermer zeminin üzerine çöküp, sırtımı duvara yasladım. Bacaklarımı karnıma çekerken, dizlerimi başıma gömüp kollarımı kendime sardım. Gözyaşlarıma hıçkırıklarım eşlik edince, dudaklarımı bastırdım duyulmaması için. Hayatım öyle karışmıştı ki boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyordu. Sıkışıp kadığım bu durumdan nasıl çıkacaktım? İnsan kendinden de düşüncelerinden de, bir yere kadar kaçabiliyordu. Nereye kaçarsan kaç o yolun da sonu yine çıkmaza çıkıyordu.. Gecenin sessizliğini hıçkırıklarım dışında başka bir ses daha bölmüştü. Kapımın tıklatılması... Yerimden kalkıp o kapıya gitmeye bile enerjim yoktu, çalar çalar giderdi nasıl olsa...

Öyle olmadı, çok geçmeden kapım aralandı ve kapandı... Yaklaşan adım seslerinin ardından balkonun girişinde, geceyle aynı tonları barındıran bir çift göz belirdi tam karşımda. Yavaşça başımı kaldırdım. Burnumu çekerken "Sen uyumadın mı?"dedim. Başını iki yana sallayıp hiçbir şey demeden, yanıma oturup gökyüzünü izlemeye başladı. Bende onun yaptığı gibi yıldızlara bakmaya başladım. Gözümden akan yaşlar yanaklarımdan süzülüp, boynuma doğru yol çizerken titreyen dudaklarımı araladım.

"Biliyor musun? Gökyüzüne baktığımızda evrende geçmişi izliyormuşuz. Yani şu an gördüğümüz tüm bu yıldızların, geçmişlerine tanıklık ediyoruz. Peki bizi izleyen bu yıldızlara biz öldükten sonra bakanlar, aslında bize de bakmış olmazlar mı?"dedim daha fazla ağlamamak için dudağımı ısırırken.. Gözleri dolunayın yansımasıyla ışıl ışıl ama hüzünle bakarken, kafamı tekrar çevirdim yıldızlara.

Sarma'alışırWhere stories live. Discover now