11

30 5 43
                                    

  Albayın bana doğruyu söyleyip söylemeyeceğini öğrenmem için dudaklarına bakarken o sadece "Güzelim önemsiz bir şey, sadece boşver" dedi. İç geçirip "söyleyeceksin" dedim, hayatında hiç üsleri dışında emir kipli cümleler duymamanın şaşkınlığıyla bana döndü ve "Söyle- söyleyeceğim... onu dövmemi istedi ve soyundu... bu kadar" dedi. Hafifçe gözlerimi kısıp "Emin misin?" Dedim, beni başıyla ve mırıltısıyla onaylamıştı. O belime sardığı kaslı kollarıyla yüzünü göğsüme yaslayıp "O çocuk üzerini çıkartırken ona baktığım için özür dilerim sevgilim... ona bakmamın sebebi benim erkeklerden hoşlandığımı düşünmesini istemememdi, ona çekinmeden bakarsam erkeklere ilgim olmadığını düşünür diye düşündüm" dedi, bana kendini ekstra olarak açıklaması hoşuma gitmişti.

  Onun boynuna sarılıp bir elimle sırtını bir elimle saçlarını okşadım ve "İyi yapmışsın Yoongi" dedim, bana bakıp "Kızmadın yani..." dedi. Bende olumsuz anlamda mırıldanıp saçlarını öptüm, o sırada masadaki sabit hattan bir çağrı geldi. Albay telefonu alıp kulağına götürdü, diğer kulağını da kalbime yaslayıp "Tamam... iki kişilik... rastgele biri getirsin işte" diyip telefonu kapattı. Ona bakıp "Akşam yemeği için mi...? Erken değil mi?" Dedim, mırıldanarak "Erken... zaten şimdi getirmeyecekler..." şeklinde yanıtladı.

Tam ikimizde uyuya kalacaktık ki kapı çalındı, ben hızla gülerek masanın altına indim. Albay sandalyesiyle bana yaklaşırken "Gel!" dedi, bacaklarının arasında bırakmıştı beni. Ondan öcümü almak için sırıtarak pantolonunun fermuarını ve düğmesini açtım. Albay "Du-... neyse masaya bırak ikisini de" dedi, ellerimi boxerının lastiğinde gezdiriyordum ki yemeği getiren kişi "Albay Min, eğer sizin için sorun olmayacaksa... her seferinde neden iki kişilik yemek alıyorsunuz?" Yemeği getiren kişinin hala burda olduğunu anlayınca parmağımın altında ki deride yavaşça aşağıya indim. Albay hafif mırıldanıp "Sana ne?" Dedi, sesinden anladığım kadarıyla bana sinirlenmişti. "Özür dilerim" diyip hızla odayı terk eden kişiyle bir beni iki bileğimdende tutup tüy taşır gibi bir çırpıda kucağına oturtup "Ne yapıyorsun sen?" Dedi.

  Gülerek ona baktım ve "Ne yaptım?" Kalçamı kucağından kaldırıp pantolonunun fermuarını kapattım sonra kucağında ters dönüp masaya bakındım. Beraber yemek yerken "Albayım" dedim, bana bakıp "Söyle asker Park" gülerek, "Acaba şu size kendisini dövdürtmek isteyen asker arkadaşımın adı neydi?"
"İsmini neden soruyorsun asker?"
"Çünkü onda merak ettiğim şeyler var"
"Tamam, askerin adı Jung Hyun-woo" cevabını aldığımda kıkırdadım, "teşekkürler albayım, aynı zamanda sevgilim. Afiyet olsun" dedim. Beraber yemeğe başladık.

Yemeğimizi yedikten sonra albayı zar zor oyun oynamaya ikna edebildim, şimdiden bastonla yürüyen bir ruha sahip adamla oyun oynamak sıkıcı olduğu için oyundan kısa sürede vazgeçip onun istediğini yapmamıza karar verdim. Resim çizecekti, odaya bir iki asker resim malzemelerini getirdi ve bir sürü meyve vardı. Ben resim malzemelerine bakarken albay "Bu şarabı almanyanın manastırlarından almıştım... daha doğrusu anneannem almıştı. Bana hediye ederken 'Bu şarabı hayatının her anında yanında olacak kişiyle içeceksin' dedi... çok pahalı bir şaraptır, hem maddi hem manevi." Derken bana kadehin en geniş kısmına kadar dolu şarap kadehi verdi. Kadehi aldım, hafifçe çalkalayıp bir yudum aldım. Mırıldanarak "Şimdiden hayatımın sonuna kadar seninle olacağıma yemin etmişim gibi" dedim.

Ben bir kaç üzüm yerken albay aniden "Soyun" dedi, ilk günlerimize döneceğiz korkusuyla ona bakıp "hayır... ben istemiyorum şu anda sevi-" diyordum ki yanlış anlaşılmayı "Resim için" diye açıklığa kavuşturdu. Tamamen soyundum, onun istediği gibi koltuğa yan uzandım. Şarap kadehini penisimin yanında konumlandırdım, diğer elimle biraz havada tuttuğum üzüm salkımına dudaklarımı dayadım. Anlaşılan eski dönemlerden bir ben çizecekti. Merakla beklerken albayın anlattıklarını dinledim.

Military Wound'YoonMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin