-XXXIX-

293 21 34
                                    

Selamlarrr!

Son bölümden sonra fazla bekletmeyip yeni bölümü atayım dedim. Sizden ricam bana kitapla ilgili fikirlerinizi belirtmeniz.

Sevgilerle❄️

Bölüm şarkısı: Adele-Don't you remember

***
Wando, Güney Kore~

Bahçeye ektiğimiz sardunyalar ölmüştü.

Sabah uyandığımda tek düşünebildiğim ironik bir şekilde buyken oturup ağladığımda asıl derdimin sardunyalar olmadığını ben de çok iyi biliyordum.
Ancak orada toprağın başında öyle uzun kaldım ki, neyi bildiğimi ya da neye ağladığımı hatırlamayacak hale geldim. Böylelikle Seul'e geri dönme kararımdan da bir çırpıda vazgeçmiş oldum. O sabah kendimde yol gidecek gücü bulamıyordum.

Hayır, alenen kaçıyordum.

Utanmadım bu hisle yüzleşmekten. Evet, canım yanıyordu ve ben ikimizin ev bildiği o yerden eşyalarımı toplayıp anılarımı zihnimden silemeden koca bir yalnızlığa öylece düşemezdim...

İstesem de istemesem de hislerimin izin verdiğinden öteye geçemiyordum. Kendi üzerimdeki kontrolüm bile yetersizdi. Diğer her şey gibi.

Balkonda oturmuş denizi izliyordum şimdi sessizce. Cam kapı aralanınca gelenin Yeonjun olduğunu gördüm. Suratı solgundu. Bir an hiç gelmeyeceğini düşünürken gelmişti saatler sonunda.

"Gittin sandım." Dedi yanımdaki sandalyeye otururken. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Böyle bakınca modelleri andırıyordu.

"Sardunyalar solmuş." Dudakları aralık kaldı boşluğuna gelmiş gibi. Aslında benim de söylemek istediğim ilk şey bu değildi.

"Şey... Yenisini alırım sana. Üzülme." Güldüm. Dudaklarım iki yana kıvrılırken gözlerimden birer damla düşüverdi.

"Üzülmem. Peki." Yalan söyledim yeniden. Nasılsa bir kere söyledikten sonra kolaylaşıyordu tekrar etmesi.

"Demek... Beni bu yüzden arayıp duruyordu herkes. Saat beş. Gitmen gerekmiyor muydu senin?" Artık cümlelerin öznesi kayıptı. İsmini anmasak daha az acı çekermişim gibi davranışımız çok komikti esasen. 'Herkes' derken kimlerden bahsettiğini sormak gelmedi içimden.

"Evet, ama gidemedim. Yarın ilk trenle gideceğim sana da uygunsa?" Gözyaşlarımı silip kendimi toparladım elimden geldiğince. Olanların ne kadarına hakimdi bilmiyordum ancak Jay ona gideceğimden bahsettiğine göre bir kısmını biliyordu. Dün gece de eve geri gelmemişti. Kavga mı etmişlerdi?

"Elbette uygun. Ne zaman hazır olursan o zaman gidersin. Hem ne treni yahu, ben götürürüm seni. De... O'na haber vermeli miyim? Yine gelmesin sonra."

O, bu, şu... Sevgilim demeye kıyamadığım adam ufacık kelimelere sığdırılıyordu.

"Çok kızdı biliyorum... Seni de kendimle dibe çektiğim için özür dilerim Yeonjun. Daha samimiyetimiz yokken bana yardım ettin bir de. Özür dilerim senden... Gerçekten. Aramızda kalmamalıydın." Bakışlarını kaçırdı. Beni ciddiye almasına şaşırmıştım. Normalde böyle anlarda alay etmeyi seviyordu.

"Jay seni hak etmiyor Jungwon. Eğer bugün olsa yine seni ordan çekip çıkarırdım... Arada kaldıysam bu kendi seçimimdir. Kaygılanma. Hem... Sahil kenarındaki restorana gidecektik hani? Geldiğinden beri beni oyalıyorsun. Madem yarın gideceksin bugün yemek yiyebiliriz orda." Gülümseyişim kırıktı. Kelimeleri öyle ağır geldi ki boğazımdaki yumru dayanılamaz bir hal aldı. Ayağa kalktım aniden. Ellerim titriyordu.

Boy In The Bubble|| JayWonWhere stories live. Discover now