3. BÖLÜM: Kaderimin Oyunu
Sevda öyle bir şey ki dünyadaki en güzel his, duygu, söz hepsi içinde kalıyor. Hapsetmiyor sadece kendine çekiyor.
İnsanın en mutlu günü en berbat günü olabilir miydi? Evet olabilirdi. Çünkü benim öyleydi ve öyle olmuştu.
Arabanın içerisinde eğlenceli sevinçli bir Dinçer ailesi vardı. Biz vardık. Annemin, babamın hatta ablamın bile yüzündeki o sevinç, mutluluk besbelli ortadaydı. Kucağımda yatan kardeşim ise her zamanki gibi yine keyfini bozmadan en rahat pozisyonda gözlerini kapatmış uyumaya çalışıyordu.
Paşamız her yerde yine ve yine keyfine düşkündü.
Ablamın düğünü için Trabzon'a gidiyorduk. Babamın yanında, önde oturan ablamın yarın akşam düğünü vardı. 'Acaba benim de düğünüm böyle olur mu?' diye geçirdim içimden. Hangi kız böyle bir düşünceye kapılmazdı ki zaten. Ancak annemin davranışları bu ufacık hayalimi bile yerle yeksan ediyordu. Evet bunu yapan annemdi.
Biliyordum aslında böyle bir şeyin asla gerçek olmayacağını ama belli ettirmemeye çalışıyordum. Çünkü üzülmek istemiyor tam tersi ablam mutlu diye mutlu olmak istiyordum. Annemin bakışları bana döndüğünde gözlerinde oluşan nefret ve öfkeyi silip yerine güzel duyguları koymak istiyordum ama insan bazen her şeyi başaramıyordu işte.
"Görüyor musun Emine, kızımız nasılda büyümüş. Doğduğu günü hatırlıyorum ama şimdi düğünü için Trabzon'a gidiyoruz." Babamın sözleri her ne kadar bizi duygulandırsa da yüzlerimizdeki o mutluluğu en azından ablam için eksik etmiyorduk.
"Görmez miyim hiç. Kendimi ağlamamak için zor tutuyorum şu anda." Annemin sözlerini duyduğum gibi ona bakışlarımı çevirdim. Sarılmak geçti içimden ama mavi harelerinin içindeki o nefret beni susturuyor hatta elimi kolumu bağlıyordu.
Aradan duyulan ses ise küçük beyimizden geliyordu. "Ya ne bıdı bıdı ettiniz. Bir uyutmadınız beni." Başını benim kucağımdan kaldırdığında bakışlarını babama doğru çevirmişti. "Baba biz neredeyiz?" Babam ise başı ile denizi işaret etmişti. Evet burasıydı.
Karadeniz.
Bakışlarını hayran hayran cama çevirmişti. Dalganın sesini duyabilmek için camı açtığında babam içinden geçeni okumuş gibi arabayı durdurup arabadan inmişti ki diğerleri de peşinden inmişti. Her ne kadar içimden denize dokunmak gelse de babama söyleyememiştim ancak Ahmet sağ olsun, onun sayesinde babam arabayı durdurmuştu.
Ahmet ise arabadan indiği gibi hızlı hızlı koşarak denize kadar ulaşmıştı. Ben ise annemden bile önce inerek kardeşimin peşinden koşturuyordum. Ellerimi denize dokundurduğunda bile anlamıştım aslında, Karadeniz sadece bir deniz değildi.
Karadeniz dost canlısı değildi.
"Hırçın değil mi?" Diyen bir ses duyduğumda başımı hızla o yöne çevirmiştim. Sesten bile kim olduğu belli oluyordu aslında ama yine de ona doğru dönmüştüm. Bu babamdı. O ise başını hızlı hızlı sallamakla yetindi. "Karadeniz insan sevmez. Alır götürür, uzaklara götürür."
Sözleri neden beni bu kadar korkutmuştu ki? Haklılık payını mı düşünmüştüm o an? Yoksa içime doğan hislerin gazabına mı uğruyordum? "Karadeniz." Dudaklarımın arasından çıkan tek kelime sanki bir çok anlam içeriyordu. Oysaki tek bir kelimeydi. "İlk ismi Ahşena'ymış." Bildiğim tarih bilgilerini konuşturmak hobilerim arasındaydı. "Dost olmayan."
Anlamı buydu. Dost olmayan. Niye insanlar böyle bir isim vermişti ki? Ahşena ilk ismiymiş ancak sonralarında aynı anlamlara gelen pek çok isim verilmişti. Karadeniz gerçekten bu kadar korkutucu muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHŞENA
General Fiction!!!+18 SAHNE YOKTUR ANCAK KÜFÜR, HAKARET VE KANLI SAHNELER BULUNMAKTADIR!!! (Karadeniz Kurgusu) "Babam bana Karadeniz insan sevmez dedi. Gerçekten de öyle mi? İnsan sevmez bir denizin insanıysanız niye bu kadar yardım ediyorsun?" Başka bir konu üzer...