3.9

3K 329 116
                                    

Adımlarım beni yine ayrı yere getirmişti. Akşam yürüyüşüne çıkmıştım ve rotam belli değildi. Tabii, benim için değildi. Kalbim çoktan Çağatay'ın çalıştığı mekanın arka kapısının karşısındaki kaldırıma getirmişti beni. Onu görmeyi umuyordum. En son işten ayrıldığını duymuştum ama oturup onu burada beklemek istiyordum nedensizce. Gelmeyecekti biliyordum ama yine de beklemek istiyordum. Üzerimde bıraktığı etki buydu. Gelmeyeceğini bile bile beklemek. Ona karşı hislerimin ne olduğunu bilmiyordum. Sadece o beni kovarken ben daha çok yanında olmak istiyordum.

Kaldırıma oturdum. Bu sefer kahve almamıştım. Canım istememişti nedensizce. Kulaklığım takılıydı ve otururken bir yandan müzik dinlerken bir yandan da gözlerimi etrafta gezdiriyordum. İçimden bir ses 'ben onu çeken bir mıknatısım, mutlaka onu göreceğim' dese de diğer yanım saçmaladığını söyleyip onu susturuyordu.

'Sınırda yüzer gibi olduk sımsıcak bir hevesle
Rüya tadında kâbus ısırır dilimden'

Şarkı bir yandan kalbime işlerken günlüğümü düşündüm. Acaba ona şu an yazsa mıydım?

'Kırılmış camlar elimle toplar, acısını hissetmem
Düşemem peşinden'

Hayır, yazamazdım. Zaten bugün o bana yazacaktı. Doğum günümdü ve ondan kutlamasını istemiştim. Çünkü ondan başka kutlayacak kimsem yoktu. Bazen kendime ben bile şaşırıyordum. Çevremde çok insan vardı ama biri bile doğum günümü bilmiyordu. Tuhaftı. Kalabalığın içindeki yalnızdım. Herkesin avaz avaz bağırdığı yerde benim sesim bile çıkmazdı. Aynalarla dolu bir odada bir tane bile yansımam görünmezdi. Öyle siliniktim ki bu dünyadan... kimse beni görmezdi. Bir anda silinsem evrenden kimsenin aklına gelmez, kimse tarafından hatırlanmazdım. Kalabalığın içinden biriyim oysa. Belki o kalabalığın ta kendisiyim belki de yalnızlığın.

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde eğdiğim kafamı kaldırıp sola doğru bakındım ve beni gülümsetecek o kişiyi gördüm. Çağatay'ı...

'Seni gördüğüm an kalbim yanar, söndürme hiç
Beni sonuna kadar kollarında sar, veda etme.'

Yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldığında yerimde kıpırdandım çocuk gibi. Geliyordu. Demiştim, ben onu çeken bir mıknatıstım. Nerede olursam olayım bir şekilde onu görüyordum. Onun da artık bana direnmemesi ve benimle beni kovmak haricinde de iletişim kurması gerekiyordu. Ama ne yaparsam yapayım anlatamıyordum bunu ona.

'Seni gördüğüm an kalbim yanar, söndürme hiç
Beni sonuna kadar kollarında sar, veda etme'

İyice yaklaştığında beni fark etti ve kaşları çatıldı. Elinde küçük, kartondan bir poşet vardı. Şaşırtıcı bir şekilde bana doğru gelmeye başladığında kulaklığımı çıkarıp ona el salladım. "Ne yapıyorsun burada?"

"Seni bekliyordum," dediğimde o da yanıma oturdu. Elindeki sargı dikkatimi çekmişti. Ama ne dediğimin farkına varıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Düzeltmek için çoktan geç kalmıştım. Onu mu bekliyordum? "Hayır, öylesine oturmaya geldim."

Hafifçe gülümsediğinde içimden kendimi azarlıyordum. Neden onunla konuşurken sürekli böyle olmak zorundaydı? Ya saçmalıyordum ya da yaşadığım zayıf anlarıma onu dahil ediyordum. Ama bu istemeden yaptığım bir şeydi. Belki de evrenin bizim için farklı planları vardı. Tam elini sormak için dudaklarımı aralamıştım ki benden önce davranıp o konuştu.

"Genelde koltuğu tercih ederler oturmak için." Günlüğüm de dün elinin üstüne düştüğünü söylemişti ve bu kadar tesadüf artık beni ister istemez geriyordu. Sargıyı sormaktan vazgeçtim çünkü o olsa bile muhtemelen yine bana yalan söyleyecekti.

gecenin gündüze direnişi | textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin