Büyük Söz

623 27 19
                                    


   Ders tamı tamına iki saat sürdükten sonra hele şükür ki kurtulmayı başarmıştık. Tamam kırk dakika olsa Türk Edebiyatı çekilebilir bir ders olabilirdi ancak bir süre sonra uykunuz geliyordu. Ben uyumuyordum, dinlemeye çalışıyordum ancak yanımdaki Cenk horul horul uyurken dersi dinlemek pek de mümkün olmuyordu. Arada hocanın uyarmalarına rağmen hâlen daha uyuyor olması sinir bozucuydu elbette ki. Ders bitiminde onu dürtmem ile esneyerek ve şapşalca gülümseyerek kalkması da ayrı bir sinir bozucu durumdu. Acaba şirketin başına geçtiğinde de böyle uyuyabilecek miydi, bu durum bir merak konusuydu benim için. Sınıfa bir göz gezdirdikten sonra bana döndü.

"Ders çoktan bitmiş. Hadi kantine gidelim."

Sesi o kadar neşe saçıyordu ki gülümsememe engel olamadım, yeni uyandığı zamanlar tatlı bir çocuk gibi oluyordu. Tabii ki de bu hâlleri sınırlı bir süre sonraya kadardı, kahve içip uykusu açılasıya kadar... daha sonra eski öküz hallerine geri dönüyordu. Tabii ki de oldukça sinir bozucu bir durumdu bu benim için. Nedense şu zamanlarda her şey benim için sinir bozucuydu. Kapıdan çıkmadan önce telefonumu çıkarınca bana tek kaşını kaldırıp baktı. Omuz silktiğimde ise telefonumu elimden hızla aldı.

"Kimi arayacağını söyleyeseye kadar sana telefon yok küçük Hanım."

"Ne zamandan beridir bana karışıyorsun sorabilir miyim? Ayrıca küçük Hanım da ne demek? Sadece iki ay küçüğüm!"

"Bugünden itibaren karışıyorum ve iki ay küçük olabilirsin ama boyun da kısa. Mantıken sana küçük demekte haklıyım. Bu konuda benle tartışmaya girersen haksız çıkacağının da farkındasındır umarım küçük Hanım. "

Haklı olmasındn ve her kavgamızı onun kazanmasından nefret ediyordum. Nedense benim yerime onun avukat olması gerekiyormuş gibi geliyordu. Çünkü o 'Bay her şeyi bilmiş'ti. Tabii ki de bunu onun yüzüne karşı söylersem hoşuna giderdi ama rüyasında görürdü ancak bunu söylediğimi. Beyefendinin egosu boyundan büyüktü. Kantine indiğimizde cam kenarındaki arkadaşlarının yanına gittik, benim arkadaşlarım değil onun arkadaşları.

"Nasılsınız millet! "

Diye kısa bir girişle başladı. Beni oturtup kendisi ikimize de kahve almaya gidince, doğal olarak beni bu varlıklarla yalnız bıraktı. O kadar konuşmazdım onun arkadaşlarıyla, çünkü hepsi birbirinden daha fazla ego yığınıydı. Her ne kadar Cenk gülünce ben de onlarla birlikte gülsem de o kadar takip etmezdim muhabbetlerini. Yanıma Cenk yerine onun 'Ben bir ego yığınıyım' arkadaşı Ertan oturunca ben nereye kaçacağımı şaşırdım. Bu çocuk bir manyaktı ve Cenk gibi o da bir şirketin başına geçecekti, ancak o dersleriyle daha bir ilgiliydi. Gene de bu onun manyak ve ego yığını olduğunu her nedense değiştirmiyordu. Ben uzaklaşınca Ertan konuşmaya başladı.

"Seni yemem sinyora korkmana gerek yok."

"Beni yemenden değil, benimle konuşmandan korkuyordum ve bunu yaptığına göre de korkulacak değil kaçılacak bir şeymiş senin konuşman."

Bana anlamamış gibi bakınca kafamı masaya geri çevirip hafifçe başımı salladım. Birinin dediklerimi algılamaması hoşuma gidiyordu. Boş konuşmazdım, herkesi kendimden uzaklaştırmaya çalışırdım genelde. Cenk uzaklaşmazdı ne yaparsam yapayım. Hep yanımda olmaya söz vermişti o ve şimdiye kadar onu tanığıma göre her ne kadar umursamaz bir insan olsa da sözünde duran bir insandı.

"Benden kaçmana gerek yok Güneş, biz senin düşmanın değiliz. Sen her ne kadar bizden uzaklaşmaya çalışsan da biz de senin bir arkadaşın sayılırız ve bu kaçmalarının sebebini sen kaçtıkça öğrenmek için daha çok çabalayacağımıza emin olabilirsin. Cenk'e her sorduğumuzda 'Bu onun özel hayatı ancak kendi anlatabilir.' Diyor ve senin hakkında tek bildiğim, bildiğimiz, şey de Cenk'in kuzeni olman. Eninde sonunda sen de bu sessizlikten sıkılıp yanında birinin olmasını isteyeceksin, işte o zaman ben yanında olacağım."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jul 13, 2015 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

UMUT TÜKENİNCEWhere stories live. Discover now