one

505 49 6
                                    

Yanıma çökerken, kazağının kollarını parmak uçlarına kadar çekti. Soğuk duvara sırtını yaslarken sessizdi.

"Ed?"

Kolumdaki bilekliklerle oynarken cevap vermedim. Yorgun ve yıpranmış hissediyordum. Yalnız kalıp saatlerce bağırarak ağlamak istiyordum.

"Lütfen bana bak."

İç çekerek başımı kaldırıp ona baktım. Oturduğu yerde bedenini tamamen bana çevirmiş, başını eğmiş, hafifçe gözlerini kırpıştırıyordu. Dudağını ağzının içine doğru çekince onun da benden farkı olmadığını anladım.

"Yapmak zorundaydım."

"Neyi?" dedim öfkeyle sesim yükselmeye başlamıştı bile. "Kendine zarar vermek mi zorundaydın? Bunu benden gizlemek mi zorundaydın?"

Bacaklarına sardığı kollarını çözerek, elleri ile yüzünü kapattı.

"Anlamıyorsun."

Ellerimle yerden destek alarak ayağa kalkarken, başını kaldırmış ne yaptığımı izliyordu. Başımı iki yana sallayarak kulisten çıkarken "Hayır, sen anlamıyorsun." diye mırıldandım.

*

Sahneden inerken, onun beni izlediği yere doğru adımlamaya başladım. Yerinden hızla kalkarken, ağlamaktan şişmiş gözleriyle aramızda kalan mesafeyi kapattı. Ela gözlerini benim mavi gözlerimden bir saniye bile ayırmadan özür dilemeye başladı.

"Özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Pişmanım ve bir daha yapmayacağım. Lütfen benden uzaklaşma. Beni yalnız bırakma."

Acizdim. Acizdik. Özürleri hiçbir zaman yaptıklarını telafi etmeyecekti. Bizi, beni, düşünmeden yaptıkları affedebileceğim bir şey değildi. Ama yine de onun ela gözlerine bakıp, irislerini çevreleyen kızarıklıkları görünce ona karşı koyamayacağım gün gibi aşikardı.

"Bir daha yapmayacaksın. Bana söz verdin farkındasın değil mi?"

Hızla başını aşağı yukarı salladı. Onu bırakıp gitmemden korktuğunu görebiliyordum. Ama o beni arkasında bırakmaya bir saniye bile tereddüt etmemişti. Onu kaybetmekten korkuyordum. Onsuz bir hayatı yaşamaktan korkuyordum. "Yaşıyorum." dediğimde aslında yaşamadığımı, sadece hayati fonksiyonları yerine getirdiğim o dönemlere gelmek istemiyordum. Ama onu her gün biraz daha kaybettiğimi hissediyordum. O, bana bunu belli etmese de hissettiklerim bana gerçekleri söylüyordu. Bileklerindeki kesikleri ilk gördüğümde hislerimin doğru olduğunu anladığım için kendimden nefret etmiştim. Tanrı aşkına her şeye sahipti. Güzel bir aile, onu seven bir sürü insan, başarılı yürüttüğü bir okul. Peki eksik olan neydi? Onun ela gözlerindeki ışığı söndürme çabasının arkasında ne yatıyordu?

Merakla benim tepkime baktığında zoraki bir şekilde gülümsedim. Bunun bir daha olmasına izin vermeyecektim.

"Ailem bizi akşam yemeğine bekliyor. Ama istersen ba-"

Küçük elini dudaklarıma dokundurduğunda cümlem yarım kaldı. Tek bir dokunuşu ne yaptığımı unutmama yetiyordu. İçimi ürperti esir aldığında ince, pembe dudaklarını yaladı.

"Bunu çok isterim. Ama önce üstümü değiştirmek için bize gidebilir miyiz?"

Cevap vermeden elinden sıkıca kavrayarak, barın çıkışına doğru çekiştirdim. Arkamda homurdanmaya devam ederken arada kıkırdadığını yüksek sesli müzikten bile duyabiliyordum.

"Araban nerede?"

Soğuk gece havasına çıktığımızda koluma sarılarak etrafa bakınmaya başladı.

"Babamın arabası." dedim sitem edercesine. "Yürüyerek geldim."

Koluma sarılmaya bırakıp tam karşımda dikildi. Dehset içerisinde bir yüz ifadesi takınıp, kaşlarını havaya kaldırdı.

En sonunda ciddi olduğumu anlayınca ince dudakları arasında bir yakınma döküldü.

Elinden sıkıca kavrayarak, minik bedenini bedenime yasladım. Kolum ile vücudunu sardım. Yürümeye başlarken, alnının üzerindeki kahkülleri düzeltti.

"Şimdi daha iyi mi?" dedim üşümesini kast ederek.

Başını küçük bir çocuk gibi aşağı yukarı salladı.

"Bir kasım gecesi, nasıl olurda bara kadar yürürsün anlamıyorum."

Ben gülmeye başlayınca, belimde olmayan kolu ile karnıma vurdu. "Gülme, burada üşüyen sen degilsin."

Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırırken, başımı eğerek yüzüne baktım.

Sevimli bir yüzü vardı. Küçük ela gözleri, ince pembe dudakları, alnına dökülen kahkülleri, her zaman yukarıdan topladığı uzun kumral saçları, her ne kadar kabuk etmese de tombul yanakları vardı.

Uzun, biçimli kirpiklerini her zaman alçak tutar, küçük gözleri kısılır ortaya saatlerce izleyebileceğiniz bir görüntü çıkardı.

Yüzünü bana dönerken gülümsedi.

"Şimdi nasıl bu kadar anlamlı şarkılar yazdığını anlıyorum."

Ben de genişçe gülümsedim. "Nasıl yazıyormuşum?"

"Anlamlı bakıyorsun. Baktığın her şeyi kendi zihninde özelleştiriyorsun. En anlamsız şeye bile derin anlamlar yüklüyorsun."

Ben şaşkınlıkla ona bakarken yürümeye devam etti.


our flaws will define us || ed sheeranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin