7-❝Kesik ve Kan❞/1/

334 28 1
                                    

Bölüm 7, kısım 1                                                                                                  

Arabaya doğru yürürken, soğuktan büzüşen elimi onun eliyle ısıtmak yerine ceketimin cebine koydum. Ne olursa olsun, bir tarafım ona inanmamam gerektiğini söylüyordu. Kafam allak bullak bir şekilde arkasından ilerledim. Beni eliyle durdurdu, duvarın kenarına sinmiş bir şekilde bekledi.

"Ne oldu?" diye sordum o tarafa bakmaya çalışırken. Beni belimden tutup buna izin vermedi.

"Arabadan çıkmışlar."

"Bizi mi arıyorlar?"

Omuz silkti. "Burada bekle," dediğinde aniden, "Hayır," dedim.

"Bekle, Eda," dedi hece hece. "Adamları uzaklaştırdığımda parayı al ve koşabildiğin kadar koş."

Bana bir kaç saniye baktı. Onaylamamı mı bekliyordu, bilmiyordum ama hiçbir şey demedim. Bana son bir kez bakıp gitti. Gittikten bir kaç saniye sonra orada biraz bekledim. Duvarın köşesinden onlara bakacak cesaretim yoktu. Sonra hızla duvarın arkasından çıkıp arabaya doğru ilerledim. Bakabildiğim kadarıyla baktım, adamlardan herhangi biri yoktu. Telaşsız bir şekilde oradan oraya giden insanlardan başka hiç kimse yoktu.

Ellerimin şimdiden, sanki suya sokmuşum gibi terlediğini hissediyordum. Panikle etrafa bakındım, o sırada kalbimin hızla atışına şahit oldum. Şoför koltuğundaki adam, elinde araba anahtarıyla bu tarafa doğru geliyordu.

Anahtarı çevirip, "Arabaya bin," diye emir verdi. Yutkunup yutkunmamak arasında kaldım. Hoş, zaten yutkunamıyorum da.

"Neden diğerlerini beklemiyoruz?" Bir an ağzımdan bu sorunun çıktığına inanamıyordum.

"Onlar gelmeyecek," dediğinde gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Hesaplamadığım bir şey vardı. Bana yine yalan söylemişti. Bu sefer yutkundum. Şaşkınlığımı atmam saniyelerimi aldı.

"Sanırım, lavaboda su şişemi..."

"Yanlış bir şey yapayım deme." Kolumu kaba bir şekilde yakaladı. "Arabaya bin." Sesi bu sefer otoriterdi.

Bedenim, onun emrine uymaya yemin etmiş ve bir sözleşme imzalamış gibi kendini arka koltuğa attı. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde camdan dışarıya bakındım. Gözlerim Kuzey'i arıyordu ama aptal insanlardan başka bir şey görmüyordum. Adam dikiz aynasından, suratımda kertenkele geziniyormuş gibi baktı ve bütün kapıları kilitledi. Deri kokan koltuğa iyice sindim.

Artık camdan dışarıya bakmıyordum. Göz yaşlarım akmamaya söz vermiş gibi gözlerimin altında birikmişti. Kulaklarıma arabanın motor sesi doldu. Arkaya doğru bir kâğıt fırlatmıştı fakat kâğıdı tutmak için herhangi bir hâmle yapmadığım için kâğıt, ayaklarımın dibine düştü. Uzanıp onu aldım, böbreğimin verilmesi gerektiğine dair lanet bir kâğıttı işte. Altında da uyduruktan bir imza atılmıştı. Kâğıdı parçalayıp adamın kafasına paralayacak kadar cesaretim var mıydı, bilmiyordum. Hayır, yoktu. Ama o sırada ayaklarımın dibindeki limonlu maden suyu şişesini görmüştüm. Bilinçaltım bu sahneyi sanki biliyor gibi bir heyecana kapıldı. Ama, hayır. Bu, şişeyi betona vurup parçalara ayırmak kadar kolay değildi.

Kâğıdı sakince yanımdaki koltuğa bıraktım. Adam dikiz aynasından beni, avını dikizleyen bir avcı gibi izliyordu. Heyecan yapmamaya çalışarak şişeyi aldım ve parmaklarımın arasında şişeyi parçalara ayırmak ister gibi sıktım. Şüphelenmedi. Ya da öyle olmasını umdum.

Yüzümün nasıl bir renge girdiğini bilmiyordum ama beni fark etmişti. Arabayı hafif yavaşlattı ve omzunun üstünden arkasına döndü. Ona nasıl bakmıştım, bilmiyordum ama elimdeki şişeyi görmüştü.

Her şey hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. Ya da kontrolüm dışında da diyebilirdiniz.

Adam kuşkuyla bana bakarken, ben bile ne olduğu anlayamadan direksiyona atıldım. Direksiyon istemim dışında sağa kaydı. Adam bile ne olduğunu şaşırmıştı ve kasıntı bir şekilde direksiyon hâkimiyetini ele geçirmeye çalışıyordu. Diğer elimdeki şişenin terden sırılsıklam olduğunu hissedebiliyordum, öyle ki bir an elimden kayıp düşeceğini düşündüm. Adam direksiyonu bırakmayarak beni ön koltuğa fırlattı. Tam bir baş belâsı olduğumu düşündüğünü biliyordum.

Ve sonra doğru şeyi yaptığımı umarak, adamın yarı kel kafasına şişeyi gürültüyle geçirdim. Adam bayılırken, yeşil cam kırıkları adamın kucağına şıkırtıyla döküldü. Ağlamak istiyordum. Araba hâlâ hareket hâlindeydi ve ilerdeki bariyerlere doğru ilerliyordu. Ne yapacağımı bilemedim, adamın kanayan kafasına bulanık gözlerle baktım. Uyan, demek istiyordum ama ağzımı açamadım bile.

Elimle koltuktan destek alarak arka koltuğa geçtim ve kanayan ellerimi başıma siper ettim. Çoktan ölmüş olmayı o kadar isterdim ki. Gerçeği hiç bu kadar heyecanlı yaşamamıştım. Ön cam gürültülü bir şekilde parçalara ayrıldı ve kaportanın acıyla feryat eden sesi kulaklarımı cırmaladı.

Öne doğru hızla savruldum ve kulaklarımın uğuldayışı eşliğinde göz kapaklarım, yıllardır kavuşmayı beklermiş gibi birbirine tutundu. Zihnim bulanıklaştı ve hiçbir şey düşünemez oldum. Kanayan tırnaklarımı, saçlarımın arasındaki yoldan etime bastırdım.

"Ambulans çağırın!"

Bir kadının sesini işittim, telaşlı bir şekilde cama vuruyordu. Kafam öndeki koltuğa hızla vurmuş olmalıydım, başım patlayacak gibiydi. Hiçbir şeyi mantıklı düşünemiyordum. Sonra başımı kaldırdım ve etrafımdaki küçük kalabalığa bakındım. Yağmur yağıyordu, camdaki buğudan ve gözlerimdeki ıslaklıktan pek bir şey seçemedim. Elim benden bağımsız bir şekilde kapının mandalına gitti ama mandal elimde öylece kalıvermişti. Kapı açılmıyordu.

"Ambulansı çağırdınız mı?" Başka birinin boğuk sesini duydum.

Elimden kollarıma doğru yavaşça akan kana baktım. Ciddi anlamda ölmek istiyordum.

Sonradan hatırlamış gibi, adama baktım. Kafasındaki iğrenç koyu sıvı boynuna doğru çirkin bir yol çizmiş, akmaya devam ediyordu. Kafası ise hava yastığının üstünde duruyordu. Usulca uzanıp parmağımı adamın boynundaki damarın üstüne koydum. Atmıyordu. Adam bir cansız manken gibi yatıyordu.

"Yavrum, beni duyuyor musun? Bak camı kıracağız, kenara çekil. Kendini koru."

Aklıma Denis'le tanıştığımız gün gelmişti. Beni bulduğunda, soğuktan zangır zangır titriyordum. Saçlarım yavru bir köpek gibi sırılsıklam olmuştu. Dişlerimi titrememeleri için birbirine bastırmıştım. Bir faydası olurmuş gibi, kollarımı bedenime dolamış sabah olması için içimden yalvarıp duruyordum. Denis beni gördüğünde, acıma duygusuyla yanımdan geçip gitmemişti. Şefkatle eğilip bir şeyler söylemişti ama hiçbirini duymamıştım. Sanki sular kulaklarımı da kapatmıştı. Sonra beni dükkânına aldı ve etrafta çabalayıp durarak beni ısıttı. O gece onun kollarında uyumuştum. Saçlarımı kurutup bana hazır çorba içirmişti. Yokluğu, kalbimde bir boşluk yaratmış gibi hissediyordum.

Arabanın kirli camlarından, bana acıyla bakan insanlara baktım. Bana yardım etmeleri istemiyordum ki. Aksine, bana yardım ettikleri zaman, her şey daha da boka saracaktı.

Uzanıp yerdeki cam parçalarından bir tanesini aldım. Bir şeyler tereddüt etmemi sağladı. Durdum ve kalabalığa tekrar baktım. Camdaki buğuyu sildim. Ambulans çoktan gelmişti ve sarı şişme botun içindeki kadınlara baktım. Ördek gibi duruyorlardı. Bir an gülmek istedim ama onun yerine camı damarımın üstüne bastırdım. Henüz kapanmayan yaraya bir yenisini daha eklemiştim işte. Artık kıpkırmızı olan camı yere fırlatırken, önümdeki cam kırıldı. Bu sefer sesleri daha iyi duyuyordum ama birden her şey tekrar bulanıklaştı.

Sesler kesildi.

Işıklar kesildi.

Beyaz olması gerektiğini düşündüğüm yerde değildim. Her şey renksiz ve sessizdi.








SİYAHIN BELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin