Bölüm 17 "Çok güzelsin"

8.2K 564 25
                                    


 Koltuğun ucunda diken üstünde oturduğum için kendimi kucakladığım yastık ile boğmak istiyordum. Saat gece üçü geçiyordu ve ben koltuğa tünemiş kocasını bekleyen kadınlar gibi Uraz'ı bekliyordum. Mantıklı ve pek kullanmadığım tarafım bunun sadece tek başıma olma korkusu olduğunu söylerken; neredeyse her zaman uyduğum deli tarafım onu merak ettiğimi söylüyordu. Kendime bir hah çektim. Ne zamandan beri onu merak eder olmuştum? Adam 25 yaşındaydı. Birisinin kollarında veya birisinin masasında olabilirdi. Ve bunların hiçbiri onu merak etmem için bir neden değildi. Elbette ki. Her beş dakika da bir yaptığım gibi yine yer değiştirdim ve bu sefer bacaklarımı katlayıp üzerine oturdum. Kapalı televizyona bir göz attım. Uzun bir süre önce her çevirdiğim kanalda korku filmi çıkmasıyla televizyonu kapatmıştım. Zaten çıkan en ufak bir sese bile korkarken bir de korku filmini bünyem kaldıramazdı. Zaten endişeleniyordum. Ya bir kadının kollarında olmak yerine başına iş gelmişse. Kadının yanında olacağına başına iş gelmiş olsaydı tabi ama..

Duvarı izlemeye dalmışken birden gelen seslerle ayağa dikildim. Elimde ki yastığı havaya doğru kaldırırken kapıya doğru yaklaştım. Evet içeri bir katil girerse yastıkla öldürecektim(!) Parmak ucunda kalkıp kapının deliğinden korka korka baktım. Yastığı yere bırakıp kapıyı açmamla Uraz üzerime doğru düştü. Bağırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Zar zor dengemi sağlamaya çalıştıktan sonra Uraz'ı ittim. Uraz gözlerini bana dikmiş sırıtıyordu. Kapıyı zar zor itip kapatırken bir yandan Uraz'ın iki katım olan bedenini tutmaya çalışıyordum. Parfümüne karışmış alkol kokusu burnuma ulaşırken onu ite kaka salona sokmaya çalışıyordum. 

"Alkol fıçısına mı yatırdılar seni."

Her ne kadar söylediklerimi idrak edemeyecek olsa da söylenmekten geri duramıyordum. Kapıdan girmeye çalışması ise apayrı bir dramdı. Sürekli sağa sola çarpıyor koca kapının arasından geçemiyordu. En son uykusuzluktan ve tüm gece diken üstünde durmamın sinirini onu sert bir şekilde itmekle boşalttım. Kapıdan hızlıca girip yeri boylarken hala sırıtması devam ediyordu.  

"Bir de bana baş belası der. Kendisi benden beter. Hem ne vardı yani bu kadar çok içecek. O kaslar da hiç hoş şeyler değilmiş. Adamın kilosundan çok kası var üstüne sarhoş olup kendini taşıttırıyor. Resmen o fıçıya değil fıçı buna yatmış..."

 Ben elim belimde başında durup söylenmeye devam ederken. İşaret parmağını dudağına götürdü. 

''Şttt.''

 Dedi zar zor toparladığı harflerle. Sonra,

''Çok konuşuyorsun.''

 Diye ekledi. Tam ağzımı tekrar açacakken kelimeleri yutmaya çalıştım. Nasıl olsa söylediklerimi anlamayacaktı ben de boşu boşuna güzel ağzımı yoracaktım. Azarlama işini sabah erteledim. Gittikçe listesi kabarıyordu zaten. Daha Ece, Ece'm, sahiplik eki mevzusu bitmemişti. Farkındaysanız o zamandan beri güzel göz artık Urazdı benim için.

"Hadi kalk otur şuraya."

  Hafifçe omuz silkti. 

''Yer çok mu rahat?''

 Alt dudağını dişleri arasına alıp kafasını evet anlamında salladı. Sonra dudağını serbest bırakıp sırıttı ve elini yanına vurdu.

''Sen de gelsene.''

"Yok ben hi..."

 Cümlemi tamamlayamadan eli kolumu buldu ve yere -kendine- doğru çekti. Öne doğru sendeledim. Sarhoş bile olsa benden güçlüydü. Çocuk gibi dudağını büzüp tekrar çekti ve bu kez amacına ulaştı. Yarım onun üstüne diğer yarım yerde yere düştüm. Gözlerimi sinirle yumup kafamı hafifçe kaldırdım. Sinirle nefesimi verip gözlerimi açtığımda onun gülümseyen suratıyla karşı karşıya kaldım. Nefesimi tutarken her şeyi uykulu ve uyuşmuş bilinç altım yavaş yavaş kavrıyordu. Loş ışık onun yüzünü aydınlatıyordu. Her zaman ki gibi öne çıkan ve parlayan gözleriydi. Yüzü gecenin zifiri karanlığına karışsa bile o gözler hep kendini belli edecekti. Aramıza yalnızca santimler girerken bedenimin donup kaldığını hissettim. Yüzünün her zerresi gözlerime ziyafet sunuyordu. Biçimli kaşları, çıkık elmacık kemikleri, hafif kirli sakalı, kalem elinden çıkmış gibi duran burnu ve az önce dişlerin hapsinde olan dudakları...  Alkole karışmış nefesi yüzüme ve saçlarıma vuruyordu. Beynim sürekli ''Kalk Asel!'' emrini veriyordu. Fakat vücudum çoktan beynim ile koordineli çalışmayı bırakmıştı. Gülümsemesi gittikçe yok olurken onun gözleri de yüzümde geziniyordu. Dişlediğim dudağıma dikilen bir çift mavi göz ile dudağımı saldım ve boğazımı temizledim. 

"Ben yapayım kahve."

 Hızlıca ayağa fırlamaya çalışırken geri sendelememle kalçam ile belim arasında bir yere elini koydu ve tuttu. Dengemi sağladıktan sonra yine başında dikiliyordum. Az önceden tek farkı konuşmaktan değil anın büyüsünden kalbim hızlanmıştı. 

"Sen yap kahve."

 Çarpık -ve kesinlikle etkileyici- gülümsemesi dudağında yer edindi. Elimi kalkması için uzattım.

"Kalk artık çocuğun olmayacak bak."

 Çocuğun olmayacak mı? Cidden mi Asel? Sıçtın bir sıvaması kalmıştı zaten. Bir eli elimi diğer eli koltuğu bulurken kalktı. Kendini bir kaç adım ötedeki koltuğa bırakırken ben de mutfağa kaçtım. Ellerimi tezgaha yaslayıp gözlerimi yumdum. Hiçbir erkekten bu denli ve ortada hiç bir şey olmadan etkilenmemiştim. Uraz'ın farklı olduğunu bağıran iç sesimi susturmak adına bir şarkı düşünmeye başlamıştım. Bir kaç saniye durduktan sonra bunun beynimin oyunu olmadığını anladım. Salona doğru baktığımda Uraz yayık bir şekilde oturuyor ve şarkı söylüyordu. Ay çok tatlı denebilirdi belki tabii şarkı yedi cüceler olmasaydı.

''Biz tam yedi cüceyiz.

On dört kollu bir deviz.

Biz tam yedi cüceyiz.

On dört kollu bir deviz  .''

 Kaşlarını çatıp duraksadı. Sözleri unutmuştu bir kaç saniye sonra kaşları eski halini aldı. resmen huysuz bir çocuk gibiydi hali.

''Var mı bize yan bakan hey

Yan bakan hey yan bakan

Var mı bize yan bakan hey

Yan bakan hey yan bakan''

 Ve en son ellerini çırptı. Ağzım açık kalmaktan yere ulaşacağını anladığımda ağzımı kapattım. Tamam onun sarhoş hali benim normal halime eşti belki ama.. ama bu haller Uraz'a çok uzaktı. Şaşkınlığı atlatıp gülmeye başlarken dolaplara doğru yürüdüm ve iki üç denemeden sonra kahveyi buldum. Cezve şansıma ilk açtığım dolapta çıkarken hiç şeker koymadan üç kaşık kahveyi ve suyu cezveye koyup ocağın üstüne bıraktım. Bir kaç dakika ocağın başında durup tam taşmak üzereyken ocağın üstünden çektim ve bardağa koyup salona geçtim. Uraz televizyona bakıp kahkaha atıyordu. Ve evet televizyon kapalıydı. Yanına oturdum. Elimdeki kahveyi ona uzattım.

''Al.''

 Maviler yine yüzümü incelerken eli elimi okşayıp bardağı aldı. Ben gözlerimi ondan alıp bardağa çevirdiğimde bile hala onun beni izlediğini farkındaydım. Niye böyle şeyler yapıyordu bu çocuk. Çeksene gözlerini oğlum.

''Çok güzelsin.''

 Diye fısıldadı. Gecenin sessizliğinde sesi net bir şekilde kulaklarıma doldu. Kafamı kaldırdım ve kendi sönük mavilerimi parlayan mavilere diktim. 

''Sarhoşsun.''

''Ama sen yine de güzelsin.''




KAÇIK GELİN (Devam ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin