|ARDA POYRAZ YILDIRIM'DAN 2|

2.2K 156 44
                                    

Yorum geldiği zaman içimde yazma isteği oluşuyor, öbür türlü kimse okumuyormuş gibi hissediyorum ve yazasım gelmiyor. Lütfen yorum yapın.<2+1

Tavandan aşağıya sarkan, çıplak ve zayıf floresan ışığı tüm depoya yayılmışken, gri duvarlar, ruhunuza rehavet katmak, sizi depresif bir havaya sarmak ister gibi tüm depoya el koymuştu. Yer yer dökülen -kemirilen- sıvalar, duvar ve zeminin birleştiği noktaların delinmesi içeride fare olduğunun kanıtıydı.

Boş depo; sanayi sitesinde konunlandırılmış sıradan bir depoydu. Ustaların çıraklara bağırdığı, öte tarafta müşterilerin, mal sahipleri ile yaptığı pazarlık konularının işlendiği normal bir yer. Issız veya ormanlık alanda bulunmayan sıradan, tek düz, normal bir yer.

Gürültü konusunu saymazsak.

Birbirlerini duymadıklarına emin olduğum bir yerde 'sessizlik' istemem saçma ve gereksiz olmasına rağmen, sessizlik isteyecek kadar tezat bir ruhum vardı.

Sessizlik; bana göre güzel falan değildi. Önemliydi ama hiç olmamalıydı mesela. Sessiz olduğu zaman sadece beynimdeki düşünceler konuşurdu, ve hiçbiri duymak istemediğim şeylerdi. Kulaklarımı kapayıp, defalarca onlara susmaları gerektiğini söylerdim, çoğu zaman beni dinlemez ve daha çok bağırırlardı. 'Çoğu zaman' dediğimiz tabir aslında 'sessiz' olduğu zamandı.

İşte bu yüzden sessizliği sevmiyordum.

İlk defa sessizliğe ihtiyaç duydum.

Sessiz olduğu zaman ortaya çıkan, ve genellikle kulaklarımı tıkadığım düşüncelere muhtaçtı ruhum. Koşarak kaçtığım düşüncelere bendim fazlasıyla muhtaçken, düşünme mekanizmam çalışmıyordu.

"Bu taraftan." Deponun dışı kadar içi de normal, fakat bir o kadar da boş ve loş. Adım seslerimizin kulaklarımıza yankı yaparak geldiği, tavandan sarkan çıplak floresan lambanın gri, yer yer rutubetlenmiş duvarları el verdiği kadar aydınlattığı ve civarda üç belki de beş kolinin bulunduğu bir depo.

Gösterildiği yerden, tavanın alçaklığı sebebiyle ve basketbolda uzayan boyum nedeniyle kafamı eğerek girmiş ve yine gösterildiği üzere; tahtadan oymalı bir çalışma masası, İki deri, tekli, siyah koltuk ve sadece bir masa lambasının aydınlattığı odada koltuklardan birine yerleşmiştim.

"Otur." Sadece gün içerisinde değil yaklaşık bir haftadır durumum buydu. Bir haftadır eve uğramıyor ve yine bir haftadır annem dahi pek kişi ile konuşmuyor, sadece dediklerini uyguluyordum. Konuşarak anlaşmak güzel olsa da konuşmaya ihtiyaç duymuyordum.

"Bak şimdi, senden istediğimiz şey tehlikeli fakat öyle uyuşturucu veya silah ticareti falan değil, yani..." Koltuğunda geriye yaslanıp ellerini önünde birleştirerek beni süzdü, "Yapabileceğin bir şey, tabii testlerden geçtin ama inan bana eğer en ufak yanlışın görünürse kendini kapının önünde bulursun..." Beklediğim tepkiyi beklediğim kişi vermişti.

Patron dedikleri adam ile hiç konuşmamış, hiç görüşmemiştim. Burada ki adamlar da patronun güvendiği insanlardı ve söylediklerine göre patron, yeni yetme biriyle -buradaki ben oluyorum- uğraşamayacak kadar meşguldü, kısacası ancak görevi layığıyla becerebilirsem görebilecektim.

'Tuhaf,' dediğim zaman gülmüş, ve prosedürün bu olduğunu söylemişlerdi.

"Görev; dediğim gibi basit, ama bakalım sen becerebilecek misin?" Testlerden geçmeme ve ortamdaki bir çok kişinin güvenini sağlasam da karşımda duran, bariton sesli, kaba görünüşlü ve siyah kirli sakallı ile siyah saçlarının hafif karıştığı adamın bir türlü güvenini sağlayamamıştım.

BEN GRİWhere stories live. Discover now