Bölüm 19- Asya'nın Hayali

428 182 6
                                    


Nurten artık uyutulmuyordu, sadece sessizce ağlıyordu, yenilgiyi kabul etmiş gibiydi. Yaşamaktan vazgeçmiş gibiydi. Avuçlarından kayıp gitmiş gibiydi her şey. Ben ise bu acıya rağmen bir hayata tutunmuştum. Ömer Arınç bölüm birinciliğiyle okulu bitirmiş yetişkin biriydi artık... Ben ise daha üniversiteye bile başlamamıştım, Ertan diye bir nişanlım vardı ve sanki olan , yaşanan her şey bizi daha da uzaklara savuruyordu. Belki de onu kaybetmekten ölesiye korktuğum için böyle hissediyordum.

"Umut bir daha hiç olmayacak.." diye mırıldandı Nurten. Düşüncelerimden sıyrılıp ona teselli verecek bir sözcük aramaya koyulmuştum ki, bir hemşire odadan içeriye girdi.

"Nurten Hanım bu gün daha iyi gördüm sizi." dedi her gün binlerce hastaya söylediği yalanını yineleyerek. Nurten bu cümleyi hiç duymamışçasına gözünü bir noktaya sabitledi.

"Bu gün sizi taburcu edeceğimizi söyledi doktorunuz." dedi, sadece bir an, çok ufak bir an gözlerinde korku belirdi Nurten'in. Dünyadan, hayattan öyle korkuyordu ki şimdi, ama sonra hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlamışçasına gözlerini devirdi. Hemşire çıkana kadar da yüz ifadesi hiç değişmedi.

Hemşire çıkınca dönüp bana baktı, içimdeki mutluluktan, heyecandan , yaşama sevincinden utandım. Bakamadım aynı şekilde onun yüzüne.

"Aşk..Çok özel bir şeymiş Öykü.. Abime aşık olmadığını biliyorum Öykü.. Eğer bir gün başkasına aşık olur da onu bırakırsan, seni anlarım. Çünkü aşık olduğun kişi senin diğer yarın, yarım yamalak bir insan olarak kaldım ben şimdi. Eksik, anlamsız.." O çok konuşan Nurten belki de son kez bu kadar uzun konuşmuştu, daha sonra onun hiç böyle uzun cümleler kurduğuna şahit olmadım. Söylediği sözler içimi ferahlatacağına büsbütün kavurmuştu. O'nun bu sözler benim gerçeklerimdi zaten, ama bu gerçeklerime dönebilmek için abisinin üstüne basıp çiğneyecektim.

Öğleden sonra hastaneden çıkabilmiştik, Ertan arabasını hastanenin önüne kadar getirmiş, ben de Nurten'in koluna girmiştim. Böyle bakınca tam da o ailenin kızı gibi görünüyordum. Evlerinin önüne geldiğimizde, benim de onlara gitmemi istediler, ancak çok yorgun olduğumu söyleyerek eve doğru yürümeye koyuldum. Yorgun değildim aslında, Nurten'in çığlık gibi içime işleyen sözlerinin ağırlığıyla mücadele etmeye çalışıyordum. Ayaklarım metruk evin önünden geçerken beni nedense daha da ağırlaştırdı. Kırık dökük çiti arkaya doğru savururken, ne geçiyordu aklımdan hiç bilmiyorum, ama artık eve gitmek istemiyordum, artık aşkımın peşinden gitmek istiyordum, Nurten gibi bir hastane köşesinde bana büsbütün yabancı olmuş ailem tarafından teselli edilmek istemiyordum. İçimdeki isyanı bastıracak gücüm yoktu, o virane evden başka gidecek yerim de.

Bir duvarın dibine çöküp ağlamaya başladım, özgürce, kimsenin beni duymayacağını bilerek, hıçkıra hıçkıra ağladım. O virane ev sırdaşım oldu, dostum oldu, duvarları sırlarımın ağırlığıyla titredi, bir depremde yıkılacak gibi duran o duvarlar, benim bütün öfkemi , korkumu, acımı, isyanımı taşımak zorunda kaldı. Ta ki ayak sesleri kalbime dolana kadar, ta ki Ömer fal taşı gibi açılmış, korku dolu gözleriyle virane evin , virane odasından içeri girip, beni öyle görene kadar..

"Öyküm, aşkım.. Ne oluyor?" dedi ve yanıma diz çöküp yüzümü avuçlarının arasına aldı. Bir süre sadece baktım o yeşil gözlerine, sadece kalbimi acıtan düşüncelerime daldım. Ya o morg kapısından içeri geçen, öbür tarafa, sonsuzluğa giden Ömer olsaydı? Ben her gün evime, bir süre sonra Ömer'le kuracağım hayatın düşlerine tutunarak dönebiliyordum. Ömer giderse ben nereye gidecektim?

"Ben deliriyorum artık Ömer, ne olur bana evine git deme artık, ne olur al ve beni götür buralardan.." dedim çaresizce, yüzümü tutan avuçlarının titrediğini hissettim. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü benimkilere karışarak.

Öykümü Yeniden Yaz!Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora