12.Bölüm "Kartopu"

3.7K 326 35
                                    


Ruh, sürekli olarak, Allah'ı bilme, Allah huzurunda olma savaşı içinde olacaktır. Buna engel olmaya çalışan benlik içi veya ben ötesi bütün yâd varlıklarla savaşacaktır sürekli olarak ruh.
(Diriliş Neslinin Amentüsü, Sezai Karakoç)

Kar tanesi.

Bembeyaz, yumuşacık ve her an erimeye hazır.

Dokunulduğu an kaybolup gidiyor. Yere düştüğü an, diğerlerine karışıp çamura dönüşüyor.

Kayboluyor.

Elimdeki karton bardağı avuçlayıp, kahvenin sıcaklığından istifade ederken, bir yandan kitabımı okuyor, diğer yandan da, camın ardından, kartopu oynayanları izliyordum.

Bu, gözümün alışık olmadığı bir görüntüydü. Genelde, küçük çocukların kartopu oynadığına şahit olurdum. Şimdi karşımda koca koca insanlar birbirlerine kartopu atıyor, çocukların neşesini aratmayacak şekilde birbirlerinden kaçıyor, eğleniyorlardı.

Çoğundan -birkaç yaş bile olsa- küçük olduğumun ve buna rağmen içimde böyle bir şey yapmak için en ufak bir istek duymadığımın ironisini düşündüm.

Belki de şimdiye kadar hiç böyle bir girişimde bulunmadığım içindir.

Ben, grupça oynanan hiçbir oyuna katılmayan, oynamak yerine onları izlemeyi tercih eden, oyuna zorla katılsa bile bir başarı elde edemeyip elenen, oyundan ayrılan çocuk olmuştum hep.

"Sen oynamayı bilmiyorsun." cümlesine defalarca maruz kalan çocuk.

Diğerlerine çocuk gözüyle bakan çocuk.

Şimdi de aynı şekilde, onları oynarken izliyordum.

Tanıdık bir sima aradı gözüm. Kestane gözlü olabilirdi, beyaz tenli, belki de sakallı bir sima.

O oynar mıydı? Belki de oynardı. Onun benim kadar odun! olduğunu düşünmüyordum.

Gözüm kahvenin buharında takılıyken, aklıma Küçük Ahmet geldi. Karı çok severdi. Buralara yılda birkaç kez kar yağdığını göz önünde bulunduracak olursak, bu onun için kaçırılmaz bir fırsattı. Ama Zeynep Abla Esma ile meşgul olacağından, Ahmet'in yanında duracak kimse yoktu. Eve gidince Zeynep Abla ile konuşmalıydım ve Ahmet'i dışarı çıkarmak için izin istemeliydim.

Son dersime girmek için çantamı omzuma asıp sandalyeden kalktım. Kantinin çıkışına doğru ilerledim ve cam kenarındaki çöp kutusuna boş kahve bardağını atmak için kolumu uzatmıştım ki, gözüm dışarıya kaydığında onu görmek beklediğim bir şey değildi. Hatta kartopu oynar halde görmek hiç beklediğim bir şey değildi.

Şaşkınlıkla ittifak kurmuş bir gülümseme yüzümde yer edinirken, karşımdaki görüntüyü sindirmeye çabalıyordum. Kolum hala çöpe uzanmış duruyordu ve hala elimde kahve bardağı vardı. Beyin kabuğum çıkarılmış gibiydi.

Bildiğin eğlenerek kartopu oynuyordu.

Staj yüzünden okula çok nadir uğruyordu. Günler sonra onu tekrar görmenin sevincini duymuştum. Bir yandan da bana haram olan birine karşı böyle şeyler duymam ve hissetmem büyük utanç ve suçluluk duygusunu aşılıyordu. Elimde olmadan, ne olup bittiğini fark etmeden, kendimi birden karmaşık duygular denizinde yüzerken buluyordum. Bazen de işin içinden çıkamayıp, boğuluyordum.

Çevremdeki insanlardan utanmasam sesli gülecektim. O kadar... tatlı görünüyordu ki.

Gülümsemenin yerini somurtma aldı. Anlaşılan onu tatlı bulan tek ben değildim. Birkaç kız kenarda durmuş ona bakarak gülüşüyor, birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı.

SON BAHARWhere stories live. Discover now