2.BÖLÜM: 'MAHKUM'

207 35 3
                                    

Korsemi arkadan iyice sıkıştırdıktan sonra Tudor yeşili rengindeki kumaşının Londra'dan geldiği anlaşılacak derecede kraliyet malıyım diye bas bas bağırdığı elbiseyi üzerime geçirmişti yavaşça. Saraya ait olan bu şeyi bile giymek işkence gibiydi benim için.

Ardından ince telli saçlarımı dikkatle fırçaladıktan sonra uzun saçlarımın bir kısmını sırtıma atıp bir kısmını sol omzuma bırakmıştı. Safir ve elmas taşlarla bezeli tacı, kehribar rengi saçlarımın üzerine taktıktan sonra ayağa kalkmama yardım etti.

Kumaşın ağırlığı tarlatanı giyince iki katına çıkmıştı ama ben hizmetkar ardından kapıyı kapattığı gibi tarlatanı çıkarıp odanın bir köşesine fırlatmıştım, zamanı gelince giymek daha iyi olacaktı rahatsız oluyordum çünkü; kulede hapis kaldığım süre boyunca düz bezden elbiseler giyinmiştim hep.

Bu kadar zaman üzerine böyle bir elbiseyi giyinmek yabancı hissettirmişti ama dahada yabancı hissettiren aynadaki aksimdi. Karşımda tüm asilliğiyle göz kamaştıran mahkûm olmadan önce tüm ülkede dillere destan güzelliğiyle anılan prenses vardı yine.

Garip olansa üzerimdekiler bir prenses değil, kraliçe edası veriyordu siluetime. Kraliçe olmak için doğmuş ama mahkûm bir prenses olmuştu o kız oysa. Lanet bir taht uğruna babasını kaybetmiş yapayalnız kalmıştı. En acısıysa deli gibi sevildiğini sanırken hepsinin pis bir taht oyunu olduğunu o soğuk ölüm kokan duvarların arasında öğrenmek, ardına dönüp baktığında cehennem gibi geçen iki yıldan sonra elinde tek kalanın ise her günün gözyaşı olmasıydı.

Şimdi o adam bir kraldı, gözyaşlarımı yine akıtmaya geliyordu. Yüreğim esaretinden kurtulmuşken yine beni kafesine hapsedecekti. Ama ben nefretimi her an diri tutarak bir zamanlar yaşadığımı hissettiren bakışlarında onu her saniye öldürecektim. O kafese girmeyeceğim yada amacın her neyse başaramayacaksın Arthur TUDOR.

*

Şatonun büyük kapıları önümde ağır ağır açılırken gökyüzündeki dolunay gece yarısını aydınlatıyordu. Muhafızlarım eşliğinde büyük salona girmiş, iki tarafa dizilmiş olan hizmetkarların arasından sert adımlarla ilerlemeye devam ederken bakışlarım aradığımı bulmak ümidiyle etrafta geziniyordu.

Anlaşılan prensesim beni karşılamaya gelmemiş. Tahminimde yanılmadığımı görmek bu bir gün içerisinde zorlanacağımın alenen kanıtıydı. Alt sınıfın Kral' ın gözlerine bakmasının yanlış olduğu bu ülke'de bir oda dolusu insanda olsa etrafında kendini yalnız hissedebiliyordun şuanda olduğu gibi. Salonda olmadığına kanaat getirince nerede olduğunu öğrenmek için hızla arkamdaki kalabalığa döndüm.

"Tina tanrı aşkına prensesin uyuya kalmasına nasıl izin verirsi-"

Salona aniden giren iki kadının sözleri kulağıma çalınınca sormama gerek kalmamıştı. Prensesin özel hizmetkârı olduğunu çok iyi bildiğim Mathilda'yı gördüğüm an tanımıştım; prensesin dadılığı yapmış olan bu kadını buraya ben göndermiştim çünkü kulede yapayalnız geçen o kadar günün üzerine yanında sevdiği biri olsun istemiştim. Beni gördüklerinde önce gözlerini kaçırmış önümde revereans yaptıktan sonra ise boşboğazlıkları için af dileme çabasına girmişlerdi.

"Majesteleri bağışlayın. "

"Prensesin odası nerede..? "Benim için şuan önemli olan sadece buydu, bağışlanmak mı canı cehenneme.

Mathilda biran kendine engel olamayarak gözlerime bakmış, kısa bir süre sonrada şaşkınlığından kurtularak önden yürümem için kenara çekilmişti.

Benimle Ölür müsün? #WATTYTR2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin