4.BÖLÜM "Papatya gibi ol"

115 33 13
                                    


Mektuplar hastaneye akın ediyordu. Bana da birkaç kişiden sevimli mektuplar geliyordu. Büyük bir aşkla cevaplıyordum hepsini. Özellikle altı yaşında bir kızın yazdığı mektuplar vardı.

Yarım yamalak yazdığı cümleler kalbimi ısıttıkça ısıtıyor, kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Bugün yeni mektuplar gelecekti. Cevap verdiğim mektuplar geri dönecekti yeni mutluluklar ile.

"Sara! Mektuplarını al lütfen!"

Koridordan Sultanımın sesini duyduğumda elimdeki kâğıtlar ve kalemleri bıraktım. Önceden hazırlamıştım onları. Heyecanla kapıya koştum ve kapıyı kapatmadan koridora koştum.

"Neredeler? Benimkileri verin!"

Melek Abla elindeki poşeti bana verdi ve diğer poşetleri dağıtmaya gitti.
Elimdeki poşeti açtım ve içine baktım. Yaklaşık on tane mektup olmalıydı. Koşarak odama girdim ve kapıyı sıkıca kapadım. Rahatsız edilmek istemiyordum.

Mektupları yatağıma döktüm. Bir zarf diğerlerinden farklıydı. İçindeki mektubun siyah olduğunu zarftan anlayabiliyordum. İlk küçük kızın mektubunu açmak istedim. O tuhaf zarfı sona sakladım. En iyiler sona saklanırdı.

Küçük kızın adı Duru idi. Mektubunu buldum ve hızla açtım.

Sevgili Sara,

Mektubuma cevap vermen beni çok sevindirdi. Sana gelen çok mektup olduğundan eminim! Sana bir şey için soru sormak istediğimi söylemiştim. Hatırladın mı? Arkadaşım hakkında. O da lösemi. Sen onu çok iyi anlarsın. O bu sıralar mutsuz. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Saçları döküldüğü için o kadar üzülüyor ki. Benim aklıma bir fikir geldi. Elif için saçlarımı kesmek istedim. Çünkü benim uzun sarı saçlarımı gördükçe üzülüyor. Sence bende onun gibi saçlarımı kessem, bu onu mutlu eder mi? Senin için böyle bir şey yapılsa mutlu olur muydun?

Duru'nun mektubu beni çok mutlu etmişti. Fark etmeden gözümden bir damla yaş dökülmüştü. Gülümseyerek mektubuna fikrinin harika olduğunu, ben olsam mutlu olacağımı belirten bir mektup yazdım ve poşete geri attım.

Mısra adında benim yaşlarımda bir kız vardı. Bana birkaç soru sormuştu durumum hakkında. Onun da lösemililere karşı ayrı bir sevgisi varmış. Çok nazik ve hoş bir kız. Ona da cevap verdikten sonra yazdığım mektubu da poşete attım. Diğer mektupları da cevapladıktan sonra merak ettiğim mektubu elime aldım ve zarfa zarar vermeden açtım.

Tahmin ettiğim gibi siyah bir kâğıttı.

Deniz gibi olalım bir gün kavuşacağımızı bilerek gökyüzüne âşık olalım. Hayat gibi olalım bir gün öleceğimizi bilerek yaşama âşık olalım. Ama sen papatya gibi ol. Yapraklarını feda etmeden önce sevdiğine emin ol ki, sapını bile sayarak zorla sevmeye çalışma bir insanı.

Mektup beni o kadar etkilemişti ki. Kimin yolladığını merak etmiştim. Altında Aral yazıyordu sadece. Ne soy ismi vardı ne de kendini tanıtan küçük bir şey. Siyah kâğıdın üstündeki beyaz kalemin akışı kanımı kaynatmıştı. Elimi kabarık düzgün ve hafif eğik yazıda gezdirdim. Özenle yazılmıştı. Elim zarfın içindeki karartıya kaydı. Bir papatya vardı. Gülümsememe engel olamadım. Özel bir defterim vardı. Onu çıkarıp zarfı içine katlı bir şekilde koydum. Ardından Alev'i çağırdım. Papatyayı ve mektupları anlattım. O kadar şaşırdı ki. Papatyayı zarar görmeden saklamak için iki kare camın arasına düzgünce koyduk. Camı kenarlarından yapıştırdık. Onu da defterimle beraber çekmeceye yerleştirdim.

Böyle bir mektuba ne cevap yazılırdı ki? Alev ile bir süre bu konuyu tartıştık bir kaç fikir vardı aklımızda. Ancak pek tatmin olmamıştım. Alev bir süre sonra odasına gitti. Ben de elimde kalem ile bekledim bir süre. Ne yazılırdı ki böyle değişik bir mektuba?

Bir süre sonra rastgele yazmaya başladım.

Bir papatya olmak yakışmaz bana. Yapraksız bir papatyayı kim ne yapsın ki?

-Sara Demiral

Mektup pek içime sinmese de zarfa koydum ve diğerleri ile birlikte poşete koyarak Melek Abla'ya verdim. Ardından koridora çıktım. Biraz hava almak istiyordum. Ancak Mehmet Bey'den çekiniyordum. Koridorda ilerlerken aklım oldukça doluydu. Milyonlarca soru işareti beynimden kulaklarıma akacak diye korkmuyor değildim. Bu düşüncem ile hafifçe kıkırdadım. Hırkama biraz daha sarıldım. Ardından büyük bir gövde ile çarpıştım. Kafamı özür dilemek için kaldırdığımda Mehmet Bey olduğunu fark ettim.

''Sara? Nereye böyle? '' Samimi bir şekilde gülümsediğinde çarpmanın utancı ile yanaklarım pembeleşti.

''Ben... Dolanıyordum '' Biraz daha dikkatli baktığımda Mehmet Bey'in kabanını giymiş olduğunu gördüm.

''Dışarı mı çıkıyordunuz? ''

''Evet. Birkaç işim var. Sen dışarı çıkma lütfen hava soğuk. Sana bir şey olmasını istemiyorum.'' dedi ve kafama ufak bir buse kondurdu. Buna çok şaşırmamıştım. Çünkü Mehmet Bey her hastalandığımda başımdan öper 'iyiliğini istiyorum' bakışı atardı. Açıkçası utanmıştım. Mehmet Bey'e onaylayan bir gülümseme bahşettim. O sırada uzun süredir incelemediğim yüzüne baktım. Sakalları yeşermeye başlamıştı ve erkeksi havasını hala koruyordu. Benden uzun ve kalıplı olması yüzünden kafamı kaldırarak bakmak zorunda kalıyordum. Kahverengi gözleri ve esmer teni her genç kızın hayallerini süsleyebilirdi. Bir an düşündüklerime kızdım. Mehmet Bey bana veda ederek yanımdan uzaklaştı. Gidişini izledim bir süre. Yine buraya tıkılmıştım anlaşılan.

Düşüncelerim beynimde kaynar bir su gibi fokurduyordu. Beynim ısındıkça ısınıyor, taşma seviyesine geliyordu.

Aral konusunda hâlâ meraklıydım. Ona karşı olan merakımı kafamdan atamıyordum. Aklıma mektubu geldikçe içim kıpırdıyordu. Sanırım bu mektup işine katılmak en doğru fikirdi. Hayatım boyunca yaptığım tek doğru olmalıydı. İnsanlar birçok hata yapardı. Ancak benim ne doğrularım vardı ne yanlışlarım. Hepsi birbirini götürmüştü. Nötr durumdaydım. Sanırım hayatım sıradanlaşmıştı. Bir an yalnız hissettim. Ailem olmadığı için miydi bu yoksa bir hastanede insanlardan ayrı olmanın etkisi miydi bilmiyorum. Kendime daha fazla engel olamadım ve hızla odama döndüm. Dolabıma yönelerek en kalın kıyafetlerimi giydim ve montumu alarak hastanenin arkasına kimseye gözükmeden gittim.

Her zamanki çıkıntımdan çıkarak özgürlüğe kavuştum. Benim hobi olarak yaptığım çok şey vardır aslında. Mesela huzur evine giderim sık sık. Ya da barınaklara giderim. Ama öyle bir yer vardır ki herkesin gitmesi ve yapması gereken bir şey. Hastanenin üç sokak ilerisinde terk edilmiş bir fabrika vardı. Çok yakında yıkılacağını tahmin ediyordum. Ancak ben hastanede olduğum sürece her hafta burada oldum ve burayı çok seviyorum. O yüzden elimde olsa yıkılmaması için her şeyi yapardım. Fabrikanın tehlikeli bir yanı yok çünkü yakınında polis karakolu var. Ben her hafta içimdekileri dökmek amaçlı sprey boyalarımla buraya gelir ve rastgele grafiti çizerim. Bugün de öyle yapacaktım. Kafamdaki gökkuşağını duvarlarıma yaymalıydım yoksa renklerin arasında boğulabilirdim.

Kısa bir yürüyüşün ardından fabrikaya ulaştım. Elimde siyah ve gri boya vardı. Sanırım bugünkü ruh halim sisliydi.

Duvara siyah ve griler ile bir papatya çizdim. Boyaları kenara bıraktığımda kafamın Aral ile dolu olduğunu fark ettim. Ve sanırım kolay kolay da kafamdan atamayacaktım.

Belki de hayatın bize gülmesine ihtiyacımız vardır.Yalnız hissettiğimiz anlarda uzatılacak bir ele muhtacızdır.Kitabımın lösemililer ile ilgili olmasıyla beraber bu günü anımsatmazsam saygısızlık olurdu.Bugün 4 Şubat Kanser Günümüz...
Unutmayın sadece ellerinin tutulmalarına ihtiyaçları var.Ve bu siz de olabilirdiniz!...

Aşk KanseriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin