“Troye!” Aramızdaki mesafeyi koşarak kapattım. Şaşkındı ama gülüyordu.
“Gerek yoktu.” dedi başını iki yana sallayıp.
O cadının sana bir şey yapmayacağından emin olmalıyım. “Kaçmadığından emin olmak için geliyorum.” Kolumu omzuna attım. Troye’un yanında olduğum her zaman bunu yapmayı planlıyordum açıkçası.
“Teşekkür ederim.” dedi aramızdaki mesafeyi biraz daha kapatarak. Kolumu omzuna biraz daha sıkı doladım. Sarılıyor gibiydik. Çok yakındık. Sanırım halimden memnundum.
Yüzümden silmeyi başaramadığım gülümsemeyle yürümeye devam ettim.
Troye elinin tersini karnıma bastırınca kaşlarımı çatarak yanımızda duran beyaz eve baktım. “Burası.” Kolumun altından çıkıp eve yürümeye başladı. Bileğinden tutup durdurdum. Elimden kurtuldu. “Sen git istersen. Ben sana yetişirim.” Yanına bir adım attım. “Matt, gerçekten. Gelmene gerek yok. Ben hallederim.”
“Bırak geleyim. Neden istemiyorsun ki?”
“Onları görmeni istemiyorum. En önemlisi, onların seni görmesini istemiyorum.”
“Neden? Yardım etmek istiyorum.”
Omuzlarını kaldırdı. “Yardım edebileceğin bir şey yok.”
“Bilemezsin.”
Gözlerini yavaşça kapayıp açtı. Bu sırada inip kalkan adem elmesını izledim. “Git, Matt.”
Çenemdeki kasın seğirdiğini hissediyordum. “Pekala. Gidiyorum. Ama ilk önce sen içeri gireceksin.”
“Matt...”
“Gir içeri.” dedim kaşlarımla kapıyı gösterirken. Bir şey yapmalarından korkuyordum. Olur da böyle bir şey yaparlarsa, yanında olmak istiyordum. Yardım edebileceğimden adım kadar emindim.
Onaylamayan şeyler söyleyerek eve yöneldi. Kapının kulpunu tuttuğunda arkasını dönüp bana baktı. Devam et, dercesine mimikler yapıyordum. Yutkunduğunu gördüm.
Kapıyı açtı, ilk önce kafasını içeriye uzattı. Sonra bedenini de içeriye aldı. Açtığı kapı geri kapanmadı. Fark etmeden kapıya yaklaşıyordum. Bir kırılma sesi gelince attığım küçük adımlar, gereğinden büyük adımlar olmuştu.
Hızla kapıya yaklaştım. Bağırış sesleri ben yaklaştıkça artıyordu.
Beklemeden kapıdan içeriye daldım ve Troye’u aradım. Onun yerine yeniden sarışını gördüm. “İçeriye giremezsin.”
“Seni ilgilendirmez.”
Yürümeye devam ederken önüme geçti. “Burası benim evim!”
Saçlarından tutup kendime yaklaştırdım. “Sana bize karışma demiştim.”
“O benim erkek kardeşim.” dedi bileklerimi çizerken.
“Dedim ki, beni ilgilendirmez.” Daha sert çektim saçlarını. “Ondan uzak dur.” Yere doğru sertçe bıraktım ve içeriye yürümeye devam ettim.
Köşede, yerde oturan Troye ilişti gözüme. Dizlerini kendisine çekmişti. Neler olduğunu anlamak için bir adım daha attığımda başka birisini gördüm. Elinde gerçekten uzun bir sopa olan birisi.
Koşarak korkmuş Troye’un yanına gittim. Karşısındaki adam elindeki sopayı indirirken kolundan tutarak engel oldum. “Ne yaptığını sanıyorsun?” Sesim tahminimden fazla yüksek çıkmıştı.
Troye’un kafasını kaldırdığını gördüm. “Matt?” Gözünün altında yeni oluştuğunu tahmin ettiğim hafif morarma vardı.
Sinirli bakışlarımı yeniden adama çevirdim. Sopasıyla Troye’u gösterdi. “O benim oğlum olamaz, tamam mı?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower ※ Troye Sivan
Fanfiction"Tanrım, o çok güzel." "Kim? Emily mi?" "Hayır. Troye."